22 Mart 2015 Pazar

PANJURLARI AÇANA DEK

Panjur deliklerinden güneş elini uzatıp dokunuyor , uçuşan tozların arasından karanlıktaki yatağımın buz gibi soğuk tarafına. Buram buram isyan kokan odama renk katmaya çalıştığı belli. Bilmediği: Benim artık renkten, güneşten, getirdiği günden ve beraberindeki ümitlerden yana şüphem, daha da acısı korkum var. Bu nedenle, üstüme doğru gelen parlak lekelere dokunsam yanacakmışım gibi geliyor. Bir mum gibi ağır ağır, ya da bir kibrit gibi geri dönüşü mümkün olmadan... Elim bu sefer güçlü değil, risk alıp kaybetmek, yanmak istemiyorum. En iyisi parlak noktalar yatakta ilerledikçe biraz öteye gitmek, bir başka deyişle kaçmak gerek. Ta ki sen, kendin, panjurları, hatta camları ardına kadar açana dek.

20 Mart 2015 Cuma

YAŞARIM BEN YAŞADIKÇA!

“(...) bir merhabasını istediğim fakat o merhabayı benden esirgeyen (...) bütün arkadaşlarıma ve dostlarıma ince bir sitemdir. Umarım buna alınırlar.”
‘Sİz Yanmayın’ şarkısından bahsederken Ahmet Kaya

Yemyeşil bir yol gibi dururken hayat önümde
İçimdeki karanlık hem gözümde hem gönlümde.
Of Ulan Of - Hariçten Gazelciler

 Topraktan koparılan çiçeğin kavanozun içinde azıcık suya konmasından başka bir şey olmayan hayat dediğimiz olgu zaman zaman can sıkıcı noktalara gelebiliyor. Gelebiliyor diyince sanki bunu yapması zormuş gibi oldu. Aslında siz de çok iyi biliyorsunuz ki keyfinizin kaçması an meselesidir. Kolaydır. Küçük şeylerle mutlu oluyorsanız küçük şeyler canınızı yakar, tam tersi de gayet tabi geçerlidir.
  Herkesin yaşadıklarına, düşündüklerine, inandıklarına bağlı olarak kendini tanımlama şekli vardır, tanımlarken kullandığı kelimeler ve kalıplar da. Ben ki kendimi hiç bu tanımların içine sokmadım, özellikle kaçındım bundan. Elbette inandığım ve savunduğum şeyler var. Mesela Stefan Zweig’ın düşüncelerine, hümanistliğine, edebi kişiliğine ve yazım şekline çok inanır ve güvenirim. Ancak onun da karşı çıktığı gibi amok koşucusu olup körü körüne savunmam kendisini. Mesela oy verdiğim partiyle anılmak istemem, hiçbir partiyi savunmam. Hepsinin kendimce yanlışlarını görürsem eleştiririm. Özgürlüğüme ve belki de tam ifadeyle rahatıma düşkünümdür. Beni kısıtlayan şeyleri gördüğüm zaman oradan hemen uzaklaşırım; oyunlar gibi. Çok fazla bilgisayar oyunu oynayan, bilen bir insan olmadığım gibi sevdiğim ve küçüklüğümden beri çok oynadığım bir kaç oyun vardır. Eğer o oyunların beni hapsettiğini hissedersem anında silerim, daha bir kaç hafta önce yaptığım gibi.. Bu örnekler hayatımın her yerinde vardır. İster insanlar, ister sosyal ağ, ister dizilerim… Mantık… Sınırı geçmeden önce beni engelleyen, kurtaran şey mantığımdır. Aşk mı mantık mı bilemem ama yaşadığım hayatta mantığa daha çok yerim var.
  Beni anlayıp tanıdığınızı düşünmeye başlayabilirim sanırım ve benim yazdıklarımı düzenli takip ediyorsanız zaten biraz tanıyorsunuzdur. Şimdi bu anlattıklarımda eksik ve insana özgü bir durum var: Bağlılık. Anladığınız üzere bu hayatta paraya, telefona, bilgisayara, gezmeye tozmaya, mala mülke bağımlı olduğum yok. Benim bağlı olup inandığım bir kaç şey var: Dostluk, muhabbet, aşk, iyilik, aile.. Çok klişe demeyin. Ben iyiyim, ben şöyle güzelim falan diyip de kendini beğenmiş gibi görünmek istemem. Çünkü en son birine kendimi anlattığımda ‘kendini beğenmiş’ damgası yemiştim. Son cümlemin konumuzla alakası yoktu, neyse.
   Bu adam bu kadar ne anlatıyor demeyin nolursunuz. Yanımda bunları anlayan biri olsaydı ona anlatacaktım. Ona dolan içimi anlatacaktım. Fakat sanırım ne yaşadığım yerde ne de yaşamadığım yerde bunları anlayacak birisi yok. Herkes birbiriyle çok yakın, herkes herkesin canısı cicisi, kardeşi, aşkı… Ben neden kimseye böyle düşünemiyorum artık? Neden bana ‘yakın’ olanlar beni anlamaktan uzak ve sözde yanımda? Neden bana ‘uzak’ olanların beni anlayıp bana verdiği değer daha fazla? Allah kahretsin ki isim veremiyorum, Allah kahretsin ki düşünmediğim bir şeyi söyleyemeyen ben, bu insanlara karşı kötü bir şey diyemeyip anlamalarını bekliyorum ben demeden. Ama şundan emin olun; sözüm meclisten içeridir.
  Dostuna verdiği değerin karşılığını görmeyen, oturup da şöyle güzelce muhabbet edemeyen, kimsenin aşkı olmayan, iyilik adına yaşadığı ülkede tepeden tırnağa bir şey göremeyen ve ailesinden uzakta olan ben. İşte ben bu yaşadığım içten içe karanlıkta beynime hapsolmuş durumdayım. Rahatına ve özgürlüğüne düşkün olan ben, kendimi karanlıktan çıkartıp da aydınlığa koyamıyorum. Rahatlayamıyorum, beynimde hapis hayatı yaşıyorum!  “Kendine nasıl davranılmasını istiyorsan herkese öyle davran.” yalanına aptalca inandım yıllardır. Kim söylemişse bunun ancak toplu tuvaletlerde (bir ihtimal)  geçerli olacağını bilemeyecek kadar körmüş aslında, bir o kadar da beni körleştirmiş.
   Yaşarım ben. Öyle ya da böyle yaşarım ben. Güvendiğim her şey, inandığım veya tutunduğum her şey, herkes ( adı her neyse artık) yitip gitse de yaşarım ben. Dua ederim, alır elime kalem öykü yazarım, olmazsa açar müziğimi dinlerim, yeri gelir kitap okurum. Ne pes ederim ne de umudumu yitiririm. Yaşarım ben yaşadıkça!

15 Mart 2015 Pazar

SÖZ SAHİBİ

Bir kez yetiyor
Parmaklarınla sıkıştırman
Gerisi çorap söküğü ya da
Kum fırtınası...

İyileri de betimliyorsun
Yalnızlığı da çarmıha geriyorsun.
His değil mi bu
Perilerini de çağırır
Şeytanlarını da...

Sen sana bak önce
Neden başkasının olsun sözcüklerin
O'na yazma
O sana yazdırsın
Huzur O'na çöksün.

14 Mart 2015 Cumartesi

MANOLYA

   Dayanıklı,aynı zamanda zarif...Güç verici,aynı zamanda naif...Ve bir o kadar hoş kokulu,büyüleyici kibarlıktadır manolyalar...Zihnim seni ona benzetir, kalbim öyle duyumsar...
 Ah! Senin kırmızı küçük meyvelerinden biri  de ben olmalıyım...Tohumlarını  taşımalı,her an seninle dolmalıyım...
 Defalarca meyve veren, her an herkesi donatıp, çiçekliğinden de ödün vermeyen manolyam! Benim içimin bahçesindeki nefes verici ağacım,benim dünyam! 
 Ne güzel şey seninle dolmak,ve ne güzel seninle yol almak!
  Köklerin sağlam,yıkılma hiç o yüzden...yıpratmasın seni dün, mutluluk duy her günden....
 Sevgimiz toprak ve gülümsememiz su sana,benimse bu cümlelerimi sakın unutma...Sana neşe olsun bu sözlerim her dem, benim manolyam,canım annem...

9 Mart 2015 Pazartesi

MANTIKLI KALP

Bir durumla karşı karşıya kaldığınızda hangisine izin verirsiniz aklınıza mı, kalbinize mi? Kalbiniz hissettiğiniz yönde sizi karara iter, mantığınız ise düşündüğünüz yönde. Siz hangi yönde gitmeye karar verirsiniz? Acaba mantık dediğimiz şey bizim hissettiklerimizden mi oluşuyor, ya da tam tersi mantığımız bizi istediği şekilde mi hissetmemizi sağlıyor? Peki ya siz bir birey olarak mantığımı veya hislerimi kontrol altında tutabiliyorum diyor musunuz, ya da ne kadar kontrol altında tutabiliyorsunuz? Ya da hayatımda hem mantığımla hem de kalbimle hareket mi ederim diyorsunuz? Peki ikisinin aynı anda ortaya çıktığı durumlarda ne yaparsınız?…
Mesela bir kızı çok seviyorsunuz, onunla gerçekten bir ömür geçirmek istiyorsunuz. Fakat ufak bir probleminiz var sevdiğiniz kız, aileniz tarafından istenmiyor ve sürekli bu sebepten ailenizle karşı karşıya  geliyorsunuz ve en sonunda sizden bir karar verilmesi isteniyor. Ne diyeceksiniz, ne cevap vereceksiniz? Kalbinizi mi dinleyeceksiniz yoksa, mantığınıza mı izin vereceksiniz? O an da hisleriniz size daima o kız ile birlikte olmayı söyleyecek, fakat mantığınız sürekli ailenizle karşı karşıya kalacağınız için böyle bir ilişki olmamalı diyecek.Siz ne söyleyeceksiniz ?
Kendi kendinize kurduğunuz senaryolar, ürettiğiniz fikirler hepsi birbirini çürüten tezler gibi kafanızda dönüp duracak, içinden çıkamayacak bir hale dönüştüğünde hangi taraftan ödün vereceksiniz ? Ailem beni nasılsa affeder deyip hislerinizin peşinden mi gidersiniz, yoksa ailemi bu şekilde üzmeye nasılsa değmez deyip mantığınızı mı dinlersiniz?

Bu sorunun cevabını size Mantıklı Kalp verebilir. Belki veremez ama kesin olan bir şey var ki, böyle bir durumla karşılaştığınız da değişmeyecek tek şey Hisleriniz…

8 Mart 2015 Pazar

ŞİMDİLİK BÖYLE

     Gönlümüzü, aklımızı hallaç pamuğu gibi sağa sola savuran çirkinliklerden sonra, biz o daracık lüzumsuz zamanlarda öfkeyle birlikte istemsiz konuşuyoruz bazen. Yutamayacağımız lokmaları ağzımıza koyuyoruz. Sonra gerçeği anlayınca, yutamayacağımızı anlayınca, gururumuzla savaşıyoruz. Gururumuzla savaşırken, bir yandan da çöküyor gırtlağımıza kolumuzu kanadımızı kırık bırakıp giden çirkinlikler. Zincire vurup uyuttuğumuz hasret köpeklerini uyandıran, kan akışını saçma sapan bir hale sokan, elimizi ayağımıza dolaştıran, beynimizle gönlümüz arasında kurulu mantık köprüsünü zorlanmadan yıkan, Allah'ın özenle yarattığı kuluna sadece anlamsız gözlerle bakar hale geliyoruz. Cesaretimiz, başkaları yüzünden kırılan cesaretimiz, yüzünden ona sadece rüyalarımızda yer veriyoruz. Kaybetmek bizler için artık çok büyük bir eylem, yıkım boyutunda. O yüzden şimdilik hayallerdesin, gönlümün uzanamayacağı, zihnimin tahmin edemeyeceği kadar uzaklardasın. Belki de yakınsın ama... Ne eski gücüm, ne cesaretim, ne de kendime çizdiğim sınırın dışına çıkabilecek gururum var. Uzaktan sevmek bir kördüğüm, uykumu düğümleyip beni düşlere iten ipin bir ucu sende bir ucu da bende. "Çöz hadi körfezi güzelleştiren". Umarım bunu evren sana iletir. Zaman her şeyin ilacı evet biliyorum ama arsızlaşan hasret köpekleri zorluyor beni.

oturduğum hEr yErdE, 
baktığım hEr köşEdE
gözlErim gözlErini,
kulaklarım sEsini
zihnim yarattığı sEnli bEnli sahnElEri arar.

6 Mart 2015 Cuma

DONAKALAN AYRILIK

  Akşamüstü Bornova’daki iş yerinden çıkıp önce otobüsle metro durağına, oradan da Konak durağına gelirdi. Her gün tekrarlanan bu olay bugün başına büyük şeyler açacaktı. Çünkü kader en çok sıradanlaşmış şeylerde cana gelir, adeta virüsün insan vücudunda hayat bulması gibi hasta olduğunuzda anlayabilirdiniz. Siz buna ister Murphy kanunları, ister kader, ister tesadüf diyin; insan bir şeyi kafasından sildiği vakit, yahut silmeye yaklaştığında o silinen şey şimşeklerin çaktığı sağanak yağmurda yıldırım gibi can evinizin başına düşer. Eğer paratoneriniz varsa şanslısınızdır. Fakat güçsüz yapınız varsa işte o zaman işiniz zordur. Kaderin bir diğer oyunudur bu aslında. Yağmur yağarken herkes şimşek çakmasını duyar, bilir ve bunun gerçekleşmesini bekler. Fakat o kadar kilometrekare içinden sizin can evinize düşeceğini hesaplamazsınız. İşte bu yüzden ateş düştüğü yeri yakar, siz yananı görür ama yine de önemsemezsiniz.
 Konak istasyonundan en son vagondan inip aheste yürüyordu.Geçen iki yıl sonunda gençliğin çılgın heyecanından ayrılmış ve yaşadıklarından dolayı artık neşeli, her an her şeye gülüp mutlu olabilen şuh kadın gitmişti. Yerine ciddi ve takım elbiseli bir kadın gelmişti. Hayat gariptir. Sizi değiştirir. Artık okuduğu kitapların arasına Didem Madak’lı ayraçlar koyup çalıştığı masanın üstündeki kalemlikle masa takvimi arasına hemen bir bakışta rahatça görebileceği yere şu sözleri yazan bir insana dönüşmüştü:
 “Bazen kendimi korumak için sevimli bir kirpi gibi davranıyorum ama dikenlerim en çok bana batıyor.”

Topuklu ayakkabı acısı onun hızlı ilerlemesine izin vermiyor, zaten gerisinde kaldığı insanlarla arasındaki farkı artırıyordu. İstasyon görevlilerinin telsiz seslerinin anlaşılmazlığı arasında karşı tarafa tren geliyor ve duruyordu.
 Sağ tarafta bekleyin uyarısına uyan insanlar kendilerine ayrılan kısımda bekliyorlardı. En son insan merdivenin en yüksek yerinde adımını atıp kendi ayaklarını kullanarak ilerlemeye devam edecekken, o daha adımını yeni atıp kafasını şöyle yukarı kaldırmıştı ki, kaderin onu kıskaca almış bir halde olduğunu fark etti.
 Üniversite hayatlarının ilk yılından itibaren omzuna kafasını koyduğu, ellerinin her çizgisini, bakışlarındaki her anlamın ne demek olduğunu bildiği; onunla geçirdiği her saniye kalbinden başlayan sıcaklığın onun kalbine kadar giden adamı gördü. Dört yıllık sevginin ardından ayrılalı iki yıl olmuştu. Birbirlerini gördüler.
 Ölen insanların öldükleri anki bakışlarıyla hatırlanması gibi, ayrılık konuşmaları ve son bakışları aklına geldi. Siz buna yine istediğinizi diyin fakat ayrıldıkları kafede “Son Bakış” çalıyordu.Aslına Erdal Eren için yazılmış olsa da, bir eser insanlarla buluştuktan sonra halkın olur. O eseri dinlediğinde, okuduğunda ne hissettiriyorsa anlamı odur onun için.

“Aman yandım aman.
 Kurşun gibi izler
 Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda..”

 Bunları hatırladı, son kez elini tutup da af dilediği o anı. Fakat gururlu bir erkekti o, kendisini affetmeyeceğini biliyordu. Her şeye rağmen ikisinin de son lafıydı “Seni Seviyorum”
 Şimdi biri aşağı biri yukarı giderken yan yana oldukları o an, o anki bakışlar... Ayrıldıkları anki bakışla aynıydı her şey. Ve işte uzaklaşıyorlar birbirlerinden. Kızdan ani bir çığlık, ağlama sesi duyuldu, erkek yukarı doğru baktı.
 Her şey bir anda oldu. Kız ani bir hareketlenmeyle yürüyen merdiveni bitirdi ve diğer tarafa, inişe, geçti. Erkek bir an duraksadı. Merdiven yarılandı, erkek yürümeye başladı. Kız merdiveni bitirdi, erkeğin bindiği metronun kapısı kapandı. Kız donakaldı, erkek donakaldı. 
Tren durmadı, zaman durmadı.