31 Mart 2014 Pazartesi

Mutlu Son

Kaç gün,ay,yıl olmuştu?
Kaç kişi basmıştı şu toprağa
Sen yokken?
Neler olmuştu?
Neler değişmişti?
Binalar? Sokaklar? Parklar?
Hiçbiri.
Peki ya insanlar?
Değişmişler miydi?
Hangisinin gözleri bıraktığın gibi çocuksuydu?
Hangisi öyle bakmaya devam ediyordu?
Birkaç kişi vardı sadece…
Onlara da sen değişmiş geliyordur.
Çünkü sen de değiştin.
Değişmediğini düşündüklerinin değiştiği gibi
Sen de değiştin.
Hayat yollar gösterdi sana,
Yeni insanlar…
Hepsinden bir şeyler kattın kendine.
Kimi iyi kimi kötü bir çok şey…
Hayat denilen bu sonlu yolculukta
İnsan denilen garajda
Yolları öğrene öğrene

Gidiyorsun mutlu sona…

29 Mart 2014 Cumartesi

SÖYLE

Çağıl çağıl döküldükten sonra içime,
İmtihan mı bu,hiç mi yoktum içinde?
Gizliydim gözlerinde,cesaret edemeyişlerinde
Avuntum mu bu,yoksa sevdin mi, söyle...

Kaçışların, meyilinden midir bilmem
Kalbim boşuna mı hisseder bilmem
Gelir misin çıkıp karşına 'gel' desem,
Kuruntum mu bu,yoksa sevdin mi, söyle...

Benliğim yinelemedi kimseyi sen gibi,
İnan, korkuların ömür boyu yok dibi.
Biz O'na sığındık mı hep, gelir gerisi.
Tek benim arzum mu bu,sen de sevdin mi,söyle..

Gittin şimdi,bilmem ki niye,nereye..
Uzanıyor bitap elim rüyalarda eline
Tutamadan kayboluyorsun birdenbire meçhule,
Gel kurtar ne olur,kendini de, beni de , 
Unuttun mu yoksa..Ya da hiç sevdin mi...
Söyle...

28 Mart 2014 Cuma

GÖKYÜZÜ PUSLU BUGÜN

Uzun mutluluktu benimkisi, sonunda eşiğin birinde kalacağımı biliyordum.
Dokunuşlarımın acıtacağını tahmin etmiyordum. Sözlerim acıtır genellikle bana kötü davrananları. Daha önce yumruğumu hiç kullanmamıştım böylesine basit bir olayda. Kanın nasıl aktığını bilmezdim. Fışkırışı daha da heyecanlandırmıştı beni. Öfkem neleri gösteriyordu bana. İçimden kopan ateş taneleri çarpıyordu parmaklarımla. Haksızlıktı ilk fiskeyi attıran. Çarpışmanın verdiği zevk güçlendirdi omzumdaki kasları. Ciğerlerim kapanmıştı oksijene. Yalnızca nefret vardı her hücresini dolduran.
Çığlıklar… koridor duvarlarından sekip karışıyordu ten sürtüşmelerine. Parmaklarımdaki metalin sıcaklığı yorulduğumu anlatıyordu. Vücudumun yavaş yavaş soğuduğunu… Işıldayan metal donmuştu. Damlaların oluşturduğu göletler çevremde… Gözlerim her yerde kırmızıyı görüyordu.
Durdum.
         Geliyordu. Hasretti.
Yokluğunun ayaklanmasıydı zihnimde. Bitiyordum.
Doğuşum devrimlerde

27 Mart 2014 Perşembe

UÇURUM

- ‘Daha erken’ demeye çok var, dedi H.
C.'nin yüzünde garip bir tebessüm oluştu. Yerini yadırgadı bir an. Siyah saçlarından ayak parmaklarına kadar rahatsızlık belirdi. Bir an hıçkırdı, biraz da ağladı. Korktu söylemeden önce, ölümden başka korku mu vardı oysa:
- Süre doldu.. Sadece saatler var artık. Bunlar gördüğüm son yıldızlar.
Cevap vermedi, biliyordu ve biliyorlardı. Ne kadar süredir beklediklerini ikisi de çok iyi biliyordu. Hiç azımsanamazdı. Hiç küçük görünemezdi. Dile getirselerdi, dile bile kolay gelmezdi. Ve artık süre dolmuştu, umutlar sanki yoktu artık.
- N’olur cevap ver bana, lütfen! Tekrar hıçkırdı. Güzel gözlerinden akıp giden yaş önceki damlalar gibi gamzesine uğrayıp toprağa düşmüştü.
- Sevgilim, güzel kız, gamzelim… C... Gideceğiz..
Her zaman aynı konuşuyordu. Sanki konuşan H. değil, hayalleriydi. Çünkü bunlar hep hayaldi, gerçek olma ihtimali, belki, olan..
- Görüyorsun değil mi şu uçurumu? diye sordu C..
- Parmaklıkların ardından seni gördüğüm gibi görüyorum, dedi H..
- İşte bizim hayalimiz bu! Sen ve ben üstteyiz, yan yanayız. Gitmemiz gereken yer aşağısı. Buradan atlamamız lazım. Anlıyorsun beni değil mi?
Çok farklıydılar. C. şu anki durumdan kurtulmak için her şeyi göze alırdı, ölümü bile göze alırdı; ölüm onu hayata tek bağlayan kişi olan H.’ten alıkoysa da. Bu yüzden kaçmak istiyordu buradan. Giyotindense askerlerin kılıcıyla kimse görmeden ölmesi daha iyiydi. H.  ise tam tersineydi. Şu anki durumu ne olursa olsun sonucu bilmedikçe hareket etmezdi. Şu an sevdiği yanındayken neden onu ölümle değişsindi ki?
- Merdiven bulmalı, dedi H.
- Yok işte yok, o kadar uzun bir merdiven yok H. ! Anla artık bunu!
- Olmalı!
- Kalan saatlerde benim dediğim olacak, benim kurallarım geçecek. Bekledik, bekledik, daha çok bekledik. Yok işte o merdiven yok. Atlayacağız buradan aşağıya! Ben burada, yukarıda ölmeyeceğim!
H.  önce, yutkundu sonra C. ’ya baktı ve en son uçurumdan aşağısına:
- Hayır, hayır.. Son ana kadar bekleyeceğiz ve ben senden önce.. Senin bu güzelliğini ölümün elinde olduğunu görmek istemiyorum.
C. bir an buz tuttu. Kabul ettiğini söylercesine başını salladı.
- Gitmeliyim artık. Muhafızlar gelmek üzeredir. Öğleden sonra...
- Tamam, güzel kız..
Öptü onu, sondu.

----------------------

 
Bir anda fırladı yerinden. Suratına tükürdü kralın. Ve bağırdı, bütün insanlar bir anda sustu:
 - O hiçbir şey yapmamıştı ki, onun tek suçu o güzel gamzesiydi ! Sizi toprak bile kabul etmeyecek !
 Hıçkırıklara boğuldu, elleri bağlandı. Yere tükürdü bu kez de.

----------------------

 
Herkes dağılmıştı. Güneşin sıcak rüzgarları sallanan iki kafayı birbirine doğru çevirmişti..
 H. ‘nin dediği olmuştu: Yukarıda, beraber ve önce...

25 Mart 2014 Salı

DOST

    İnsanoğlu var olduğundan beri birbirleriyle ya da çevresiyle sürekli iletişim halinde. Ve olmak da zorunda. Çünkü hayatın yükünü tek başına kaldıramaz insan. Yanında ona destek olacak, yardım edecek, gerektiğinde seninle gülüp seninle ağlayacak kişileri ister insan. Bu kişilere tek kelime ile "DOST" denmiş zamanında. Şimdilerde eski insanlarımızın tabiriyle "Nerede o eski dostluklar?". Nerede birbiri için canını dahi verebilecek dostlar? Şimdi yoklar. Neden mi? Ben söyleyeyim size. İnsanlar kaptırmışlar kendilerini bir iş, bir sosyalleşme ve bir sevgili muhabbetine. Ben bunların hiç birine karşı değilim. Yanlış anlamayın. Sonuçta bunlar günümüz dünyasının gerektirdikleri. Ben sadece insanların önemine göre sıralama yapması gerektiğini savunuyorum. Ve bence ilk sırada dostların olmalıdır. Çünkü kendini işe çok kaptırırsan, başarılı olabilirsin, iyi bir konumda olabilirsin, iyi de para kazanıp rahat içinde yaşayabilirsin belki. Ama çevrende değer verdiğin ve değer gördüğün çok az insan olur. Kendini sosyalleşme işine kaptırıp kişiliğinden vazgeçersen de çok arkadaşın olur ama karşılıklı oturup da konuşabileceğin, seni ciddiye alan dost gibi dostun olmaz. En kötüsü de sevgili. Bir anda her şeyin olur, hayatının temeli olur. Bütün hayaller, istekler, arzular  "O" temelli olur, zaman onunla aksın, geleceğim "O" olsun istersin. Her zaman yanımda olacak, arkamda olacak, geleceğim dediğin insan birdenbire hayatından çıkıverir. Meydanın ortasında çırılçıplak kalmışcasına hissedersin. Yalnız, çaresiz, utanmış, eksik... Telaşlısındır ama kıpırdayamazsın, elinden bir şey gelmez. Kim kurtaracak şimdi seni? Sahi, dostlarına ne oldu? İhtiyacın var onlara, değil mi? Ama aramaya yüzün yok. Yaa işte şimdi neden en kötüsü olduğunu anladınız mı? Dost, bu sebeplerden dolayı hayatınızın önceliklerinden biri olmalı. Arayıp sorun halini hatrını. Değer verin ki değer görün. Ne yaparsınız yapın, gerçek dostlarınızı asla kaybetmeyin.

24 Mart 2014 Pazartesi

DENİZ

Rüzgar da durur sonra
Kalırsın bir başına,
Tıpkı geldiğin gibi hayata,
Ya da gideceğin gibi bir başına
Gerçi ne zaman başkasıyla oldun ki sen?
Kiminle konuştun?
Kime anlattın kendini?
Kime anlatmaya çalıştın?
Kim anladı?
Sorun bazen sendeydi;
Anlatımın çok bozuktu.
Bazen de karşındaki o zeki adamlarda.
Bazılarıyla iyi anlaştın ama sen.
Onlar anlattıklarına en çok yaklaşanlardı.
Yalnızsın yine işte,
Onlar orada evet,
Diyorlar ki:yalnız değilsin,
Biz varız...
Anlatamıyorsun yine,
Öyle bir şey değil ki bahsettiğin.
Bahsettiğin neydi ki?
Sen bile bilmiyorsun değil mi?
Rüzgar gibi mesela öyle değil mi?
Eserdi,teninde hissederdin...
Deniz vardı bir aralar...
Buralarda...
Otururdun anlatırdın.
Bir tek o anlardı...

Deniz…

22 Mart 2014 Cumartesi

İÇİMDEKİ SÜKUNET

Yine yağmurlu bir gündü
Çığlık çığlık sustum yine,
İçimden haykırdım..
Sonra kendi kendime kızdım
İçimden vurdum kırdım..
Niye bekledin? Neyi bekledin? Düşündüm durdum..
Sonra yine ağlayarak sustum,
Cama uzandı bakışlarım
Baktım baktım..
Seni dinledim her damlada,fısıltılarla geldin
Ama yaklaştıkça silindi bulutlu gözlerin.
Kayboldu artık bakışların da,
Eskisi gibi kolay gelmiyor artık aklıma..
Ama her geldiğinde,hala bir sızı var yüreğimin tam ortasında
Boğazıma kadar çıkan,orada düğümlenen bir sızı..
Ben yine o sızıyla uyandım bu sabah,
Yine o sızıyı yazdım bugün camlara
Ve..yine sen yoktun !
O an anladım ki,
Sen bende koca bir “SUS”tun…


21 Mart 2014 Cuma

BAŞLANGIÇ

Her gün başka umutlara açılır gözlerimiz.
Bulutların sakladığı güneş
Açar bir gün…

Perdenin deliğinden sızan ışık doğruca gözlerine çarpıyordu. Odanın sıcaklığı kuşluk vaktinin göstergesiydi. Ezan çoktan okunmuş, cenaze defni tamamlanmıştı. Köyün en yaşlısı Ahmet emmi sonunda toprağına kavuşmuştu. Günlerdir sayıklıyordu beni köyüme gömün diye.  Yine yetişemedi son yolculuğa. Babasının vefatından beri bütün cenaze merasimlerini kaçırmıştı Rıza, annesininki dahil.
Yatağından kalktı. Askıdaki sekiz köşeli kasketle selamlaşıp çıktı tek göz evinden. Her öğlen çan seslerinin işaretiyle ağıla giden Rıza bu sabah alışık olduğu o tınıyı duyamadı. Olağan dışı bir durumun olduğu açıktı ama o sorun neydi? Başını iki yana da yavaşça çevirdi, duyamadı. Belki de rüzgâr taşımıştı sesleri başka köylere. Evinden dış tuvalete bağlı ipe tutunup yürüdü. On beşinci adımdan sonra işittiği dağ suyunun şırıltısı da yoktu.  Neler oluyordu? Doğa, Rıza’ya küsmüş müydü? Yaşamına tat olan renkleri ondan almıştı da sıra derenin, çanların seslerine mi gelmişti?
Sonra çarenin adresi kayboldu. Yepyeni zorluklar kapısına yaslandı. Gönül gözü görmeye devam ediyordu…
Yeni yetisi: İnanç Kulağı.

20 Mart 2014 Perşembe

PİLLİ RADYO

yanan yoğurdu üfleyerek yermiş, dedi genç adam.
  Yaşlı adam gülümsedi:
- Sana dışarıdan bakan deli sanır, yapma dedi. “ Seni anlamazlar genç..! Onlar sütü soğuk içmişler belli ki....
- Her şey yaşanmalı mı illa? Düşünerek de anlaşılamaz mı bu yaptıklarım. İnsanların beni anlaması için illa ki ‘neden’ sorularına cevap mı vermek zorundayım!
- Empati… Yürürlükten kalkalı çok oldu. Şimdilerde, oyun böyle oynanıyor evlat.. İnsanların dilleri beyinlerinden çok çalışıyor…
- Ama evet, insan yaşamadığı bir şeyi anlaması pek mümkün değildir. Senin de öyle, benim de öyle, herkes için durum bu. Öyle durumlar var ki yaşamadan anlamazsın. Son bir şey daha; sen evlat, öğrenecek ve yaşayacak çok şeyin olduğunu unutma!
 
--------------------


  Kapattı pilli radyoyu. Bu saatlerde hiçbir şey olmazdı zaten. Ne zaman gelecekti bu elektrik! Oturduğu yerden bir of çekti, gerindi bir güzel; önce sağa ve sola sonra öne ve arkaya. Bugün de ne kadar sıkıcı geçmişti. Saate baktı. 9u arkasında bırakmıştı. Karşı koltuktaki sarı atkısı dikkatini çekti. Mum ışığında turuncu gibi görünüyordu. Eski sevgilisinden hediyeydi. Buralarda hava soğuk diye almıştı. Atkının iki ucunda birer tane ilk bakışta dikkat çekmeyecek salıncak vardı. Birkaç hafta olmuştu giymeyeli.
  Titredi birdenbire. Kaloriferler de yanmıyordu, soğumuştu içerisi. Söylendi kendi kendine, bari şu telefonunun şarjı bitmeseydi. Ne yapmalıydı, zaman geçirecek bir şeyler bulmalıydı. Pencereye şöyle bir göz attı. Bari biraz dışarı baksındı. Açtı pencereyi, durdu. “Ahhh… Aptal kafam! Dışarısı buz gibi, daha da soğudu içerisi!” Kapattı hemen pencereyi. Gitti ceketini aldı. Balkon kapısına yöneldi. Sarı atkıyı gördü. Aldı onu taktı boynuna. Sonra çıktı balkona. Evet, böyle daha iyiydi. Hem içerisi soğumuyor, hem üşümüyor hem de dışarı bakıyordu. Ne kadar zeki bir kızdı.. Bayılıyordu kendisine.
  Cebinden sigara kutusunu çıkarttı. Kalan ikisinden birini yaktı. Bir nefes aldı, geri bıraktı gökyüzüne. Şöyle bir çevresine baktı. Bütün binalar karanlıktı. Bütün yeryüzü karanlıktı.
  Aşağıdaki iki kişinin tartışmasını duyar gibi oldu. İki erkek kavga ediyordu. Uçak geçiyordu aksilik ya,; kavga edenleri duyamadı. Söylendi uçağa “Aptal uçak!” Sigarasını bitirmeye yakındı artık.
  İçerden birden ses gelmeye başladı tekrar. Aptal alet! Kapatma tuşu kendi kendine açılıyor, kendi kendine kapanıyordu. Oralı olmadı. Aşağıdaki kavga tekrar kızışmaya başlamıştı. Sigarasından son nefes alırken pür dikkat kavgaya odaklanmıştı.

  ---------------------

- İnsanlar nasıl oluyor da farkına varmıyor hiçbir şeyin?
- Emin ol evlat, bunun cevabını ben de bilmiyorum. İnsanlar, çok ilginç. Gece karanlığında gökyüzündeki Ay’a bakmak akıllarına bile gelmiyor.. İnsanlar, çok tuhaf.. Kendilerini boş şeylere, boş insanlara adıyorlar. Yeni bir şey öğrenmek zor geliyor, başka bir bakış açısı kabul edilemez oluyor.. Hal böyle olunca da farkındalık ölüyor. En kötüsü de ne biliyor musun evlat? Seni yalnız sanıyorlar..
- Son sorum bugün için: İnsanın kendini toparlaması için illa sıfırdan başlaması mı lazım, ta en baştan?
- Montaigne’nin bu sözü hep aklında olsun:
   “A chaque instant nous recommençons a vivre.”
   “Hayat her an yeniden başlar.”

18 Mart 2014 Salı

HAZAN

Evvela arkadaşım olan insan,
Sonra yüreğimde yanan.
Saman alevi olmayan,
Kor kor yanan.
İçimi ısıtan insan.
Yanaklarımdaki çukurları derinleştiren,
Gözümü bulutlandıran.
Soluduğum hava olan insan.
Her hücreme teshir eden,
Aklımdan çıkmayan,
Dilimden düşmeyen,
Hayalim olan,
Hayallerimiz olan insan.
Geleceğim dediğim o insan.
Ya da bendim böyle sanan.
Sendin kandıran.
Nefesim gitti budur korkutan.
Şimdi yanar yüreğim acıdan.
Anılardır  yaramı dağlayan.
Göz yaşlarımdır yangını söndürmek için akan.
Tek tesellim: "derstir" bu yaşanan.
Yetmese de, budur umut veren.
Nasıl gülsün ki somurtan?
Zaman hazan,
Toprak zaman,
Zaman unutturan,
Seni...
Beni...

17 Mart 2014 Pazartesi

Göz gözü görmese

Gözlerinde kaybolsam
Sussam ama konuşsam
Sen anlasan
Sana baksam
Gözlerini kaçırsan uzaklara
Ürkek gözlerle tekrar baksan
Bakıyor mu hala diye
Gözlerimden duysan
Seni seviyorum
Cümlesini
Her zaman ki gibi gülsen
Hiç değişmese o fotoğraf
Gözlerinden hiç yaş akmasa
Akacak olsa ben durdursam
Bağıra çağıra sevsem seni
Sadece senin gözlerini bilsem
Dünyanın neresinde olursam olayım
Göz rengi denilince aklıma
Seninkiler gibi kahverengi gelse
Göz gözü görmese de
Gözüm gözlerini bilse

15 Mart 2014 Cumartesi

Sankimetre

Korkmazdım beklemekten önceleri
Kırıntılarla yaşatıyordu umut,gizlediğim seni..
Birleştiriyordu parçaları yavaş ve narin,
Sarıyordu sımsıcak tüm benliğimi..
“Sabret!” diyordu hep kulağına kalbimin
Bekliyorduk onunla;bekçisiydik belkilerin.
Sıvazlıyordu bilhassa,biraz da mahcup,
Bazen de aynı sözcüklerle avunup
İyi bir bekleyicin olmuştuk senin..
Sense elinden tutmuyordun umutların
Görüyordun ama,susuyordun dalgın dalgın
Kabullensem de yokluğunu,tutuşuyordu “belki”lerim,
Sanki geleceksin gibi,boşuna bu yangın…
Bulaşıcı hastalığı oldun her hücremin,
Sanki umrundaymış gibi, boşuna bu salgın…
Ölçüyor gibiydin sabrımı sözcüklerle,
“SANKİMETREM” olmuştun ,sınırsız bir cetvelle
Sanki seveceksin gibi,bekleyen umutların
Artık düşmanısın,artık onlar da dargın !


14 Mart 2014 Cuma

SELİN

    İyi kilerim…

 En ummadığım anda kavuştum sevgine. Gerçeğimi fark ettim. Kaybolan insan saçmalar ya, benim saçmalığımın bozucusu oldun sen. Karmaşamdan kurtardın. Bir yudum suya muhtaç güvercine oluk oluk akıttın mutluluğu. Gözlerinde tanıdım iç gülümsemesinin nasıl olduğunu. Yaşam heyecanımı alevlendirdin körük gibi. İpince sesinle tatlı birliğimizden kocaman ısırık aldın. Kimi zaman bulutlandırdın gözlerimi, duyguyu hissetmekten çok işlemeyi öğrettin pamuk kumaşlı tene. Bal dudaklarınla dokundun, gamzelere. Bazen derin bir nefesti “Seni Seviyorum” demek. İç’lere dalmak ve can suyu…

 Yaşadığım en heyecanlı anların alarmıydı elimi tutuşun. Günlerce haykırabilirim doğrularımı. Buselerinin yakamozu kıskandırdığını kanıtlayabilirim. Güllerin seninle açtığını anlatabilirim doğa anaya sıkılmadan. En gerçeğimi paylaşabilirim bedenimle, bütün hislerimin tek noktadan yükselişini.

 Mutluluğuma kucak açan Şirin Gülüşlüm, En Kıymetlim…

 Uzaklığın kadar yakınım sana. Kabullendiğin her doğru kadar da eleştirel. Bana en anlamlı ikinci “evet” i söyleyene kadar tıkırdayacak bedenim. Hiçbir mesafe giremesin aramıza.

 Seni göremediğin kadar çok seviyorum!

                                                                                                                                        Ümit'in.

13 Mart 2014 Perşembe

Mektup - BİR OYUN İKİ CEVAP

3.KISIM (FİNAL) - KAPI

  

Sen kimsin? Kim oluyorsun? Bu oyun artık benim canımı sıkmaya başladı ama. Sözünde durmadın, bana ne ismini verdin ne de kendini anlattın. Beni kandırmaya hakkın yok. Senin hayatına renk gelecek diye bana böyle bir şey yapmaya hakkın yok. Hayır, yok. Buna hakkın yok. 

  Hem beni bu kadar tahmin edilebilir kılan ne? Evet, mektubunu okurken başlangıçta sana kesinlikle cevap vermemeyi düşündüm. Evet, bu oyuna tahammül etmeyeceğim daha fazla. Ama dayanamadım. Senin o bilmişliğine katlanamadım. Sadece seni yanıltmak için yazıyorum. Sırf “En son yazdığın mektubu bana gönderemeyeceksin.” dediğin için yazdım. Ve emin ol bu mektubu alacağım, kapıyı açtığımda sen olmayacaksın karşımda. “Kendini tutamayarak bana cevap yazacaksın ama kapıyı açtığında karşında beni yani Elis’ini göreceksin. Ve sana diyeceğim ki….” 
   Hayır, hayır bu olmayacak. Sana önceki mektupta bir şey demiştim “ İmkansızı çıkarttığında geri kalan şey gerçeklerdir.” Böyle bir şey olmayacak. Bu imkansız. Evet, hah, ne kadar aptalım. Bu koca bir İMKANSIZ. Ve kapıyı açtığımda ben seni görmeyeceğim. Benimle oynamayı kes artık. 
  “Yazdığın mektubu bitirirken zil çalacak ve bana kapıyı açacaksın.” Çok küstahsın! 
   
  
   Zil çaldı! Elis, bunu yapmış olamazsın değil mi? Hayır, sadece bir tesadüf. Sadece iyi bir zamanlama. Sen bu kadar büyük bir oyun oynamış olamazsın? Yoksa, bunu da mı yaptın bana? Ahhh.. 2. kere basacağını da söylemiştin. Çünkü zili duyduğum halde inanmadığım için bakmayacakmışım..
  Allah’ım delireceğim..
  Elis bu son sahne. 
  Eğer kapıdaki sen değilsen “Bu oyun biter…”

11 Mart 2014 Salı

BİR TAS ÇORBA

    1972 Ankara'sının soğuk kış günlerinden biri... 5 yaşındaki küçük İbrahim için sıradan bir gün değildi. babası daha çok para kazanmak ve onları zar zor ayakta duran evlerinden kurtarmak için İbrahim ile annesi Suzan Hanımı yalnız bırakıp Almanya' ya gitti o gün. Bir yıl boyunca babası düzenli olarak  para gönderir. Ayrıca Suzan Hanım bir tekstil fabrikasında çalışmaktadır. İbrahim ise çocukluğunu doyasıya yaşıyordur bu sırada. Bir yılın sonunda babası olan iletişimleri yavaş yavaş seyrekleşir. Dolayısıyla para da aksamaya başlar. Suzan Hanımda da sıkıntılar başlar. Her ne kadar belli etmemeye çalışsa da İbrahim zeki çocuktur anlar neler olduğunu. Çocuk aklınla destek olmak ister yorgun annesine. Ayakkabı boyamaya başlar sokaklarda 73'ün kışında. Küçük bir miktar para geçse de, avcuna doldurup annesine "Al anneciğim bunlar senin." dediği andaki mutluluğunu ve gururunu görmeniz lazım. Annesi karşı çıksa da İbrahim'in ne kadar inatçı olduğunu bilir, bir şey diyemez. Soğuk fırtınalar her gün biraz daha azgınlaşırken İbrahim'in çalışma hırsı da artar. Neredeyse bütün Ankarayı gezer müşteri bulmak için, üşüyerek ve titreyerek ama gururuyla. En çok müşteriyi de ünlü Hasan ustanın lokantasının önünde bulur. E ünlü dedik ya, her gün taşar o lokanta. Bir kazan çorba biter her gün. Bir gün yine üşüye üşüye bütün şehri dolaştıktan sonra eve geldiğinde annesini yatakta görür. Şaşırır. Çünkü genellikle akşam gelir annesi eve. Sabah iş kazası geçirdiğini ve artık çalışamayacağını anlatır, dili döndüğünce. İbrahim üzülür üzülmesine ama omzundaki yükün biraz daha artması onu birden olgunlaştırmıştır. Kendinden de emindir "Ben ikimize de bakarım." derken. Verdiği sözü tutmak için de artık daha çok çalışıyordu. Sabah güneş saçlarını göstermeye başladığından akşam güneşi yeryüzünü aydınlatana kadar...  Hem de Ankara'nın ayazında... Üzerindeki ince ceket de ısıtmaya yetmiyordu, inancı, anne sevgisi ve onu saran, dibe çeken sorumluluğu ısıtıyordu onu. Boyalı elleri işini sadece alışkanlıkla yapıyordu. Yoksa ellerini hissetmiyordu. Bir gün yine Hasan ustanın lokantasının önüne tezgah açmıştı. O gün de hava dondurucu, kar kıyamet. Hasan usta içeriden İbrahim'i görür ve içeriye çağırır. Biraz ısınması için otutturur ve sohbet eder. Soruları ardı ardına sıraladı Hasan usta:
   -İşler nasıl?
   -İdare eder usta. Buna da şükür.
   -Okula gitmiyor musun?
   -Gitmiyorum usta. Hem küçüğüm hem de çalışmam lazım. Anneme bakacağıma dair söz verdim.
   -Baban yok mu evlat, böyle soğukta geziniyorsun?
   -Var da...(Titreyen derin bir nefesten sonra) Gitti usta Almanya'ya, dönmedi. Bırak yüzünü görmeyi iki satır mektubunu bile görmüyoruz.
   İbrahim'in yüzündeki masumluk ve onun anlattıkları ustayı etkilemişti. Ayakkabısını boyatıp fazla para verdi. Bir tas da çorba içirdi, çıkarken lokantadan ekledi hemen:"Bir tas çorba borcum olsun usta.".Her gün bu böyle tekrarlandı.  İki üç hafta sonunda usta, İbrahim'i yanına çırak olarak aldı.  Nedeni bilinmez, usta çok güvenir, çok sever İbrahim'i.  O da ustasını utandırmamak için var gücüyle çalışır. Daha fazla da para kazanıyordu artık, ayrıca üşümüyordu da. Yıllar yılı bu böyle devam eder. İbrahim artık yirmili yaşlarına gelmiş ve lokantada işin ehli olmuştur. Çevresinde de çok sevilen bir kişi olmuş, lokantanın ününe de ün katmıştır. Artık en az üç kazan çorba satılıyordu. Ustası mutfak işini de öğretmişti İbrahim'e, yemekleri de yapabiliyordu artık. Lokantada sağ koluydu ustanın. Usta her gün uzaktan İbrahim'i izler, gülümser ve kafa sallardı. Sanki bir şeyler planlıyordu. Planlıyormuş da aslında. Kimsesi olmadığından İbrahim'i oğlu olarak görmüş. Yine böyle uzaktan izlerken birden yere düşer Hasan usta. Hastaneye götürüldüğünde beyin kanaması geçirdiği anlaşılır. Felç olmuştu. Yalnız başına bir şey yapması mümkün değildi artık. İbrahim işlerin başına geçer, içinde burukluk olsa da. İşleri daha da iyileştirir. Annesi oğluyla gurur duyar, verdiği sözü tuttuğu için, öper İbrahim'i yanaklarından. Yaşlandığından sesi çok çıkmazdı. Bu yüzden oğlunun kulağına fısıldar:" oğul sağ ol, sayende bugünlere kadar yaşayabildik refah içinde. Huzur içinde uyumam için senin vefa borcunu da ödediğini görmem lazım.".  İbrahim ne demek istediğini çok iyi anlar . Ertesi gün lokantayı kapattıktan sonra ustasını görmeye gider elinde bir kapla. İbrahim'in ustasına yardım etmesi için gönderdiği çocuk açar kapıyı. Ustası yattığı yerden yapabildiği tek şeyi yapar: neşeli ve gür sesiyle karşılar onu. Biraz sohbet ederler işler hakkında. Ustası  "Niye geldin? Niye annenin yanında değilsin?" diye sorduğunda İbrahim düşünmeden cevaplar: "Bir tas çorba borcumu ödemeye."

   İnsanlar iyilik yapmaktan korkmamalı, iyiliğimin bana faydası olacak mı diye düşünmemeli. Ama bir yıl sonra, ama 10 yıl sonra o iyiliğiniz size dönecektir, emin olun. Dünyanın yarıdan fazlası deniz, iyilik yapıp denize atmanız için yaratılmış gibi.

10 Mart 2014 Pazartesi

ETKİ

Gülümsüyorsun,
Zaman durması için
Yetiyor.
Kendimi kaybetmeye...
Kelimeleri unutmama...
Değiyor.
Gözlerin büyüyor.
Ya da küçülüyor,
Ya da kayboluyor.
Hatırlamıyorum.
Duruyorum.
Belki de yürüyorum.
Bazen de koşarım.
Gülerken,
Sen gülerken,
Yüzün değişiyor.
Güzelsin.
Güzel oluyorsun.
Güzel oluyorum.
Sen ben oluyorum.
Ya da ben sen oluyorsun,
Ya da herhangi bir şey.
Duyamıyorum.
Susuyorum.
Anlatamıyorum.
Galiba seviyorum...

9 Mart 2014 Pazar

KADINIM


Yüksek, karlı dağların ardında
Elleri nasırlanmış kadınım..
Gün boyu çalışmış kızgın güneş altında
Bu yüzden cılız, yorgun kadınım..
Saçını süpürge yapmış yoluna,
Geçen ömrünü hiçe sayan kadınım
Yine hırpalanmış, atılmış köşeye
Bu yüzden mutsuz, üzgün kadınım..
Ağlayan bebeğini susturamamış,
Ona sevgisini anlatamamış,
Ne yapsa da yaranamamış
Bu yüzden çaresiz, harap kadınım..
Kuru ekmek, yırtık elbise ne ki
Yüreği her an coşkun bir seldi.
Ne yapsa, neylese sonu bir hiçti
Bu yüzden gözleri nemli kadınım..
Beklemiş yıllarca belki belki diye,
Sonunda atılmış yine bir köşeye
Vurulmuş. Kırılmış, hiçe sayılmış
Bu yüzden yorgun, mutsuz, üzgün,
Çaresiz KADINIM..

8 Mart 2014 Cumartesi

DÜNYA KADINLAR GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN



Evrenin, bu büyük oyunun, yaratıcısı her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünüp yaratmış. Kadınlar da ince elenip sık dokunulmuş bir başyapıt. Kimi inanışlara göre bir ceza , kimileri için ödül. Hatta bazıları için tanrıdır kadın. Her ne olursa olsun, onlarsız dünya olmayacağını düşünen yaratıcı da insanın en üst modelini, dünyanın en güzel ve en kutsal varlığını göndermiş yeryüzüne, Adem'in yanına. Adem'i ilk olarak göndermiş ki dünya Havva'ya layık mı, bir kontrol etsin diye. Bu yüzden kutsaldır kadın, dünya onların ayaklarının altına serildiği için. Sadece bunun için değil tabii ki. Bir kadındır sizin bütün hayatınızı değiştirebilecek. Peki kim mi bu? İlk olarak annelerden başlayalım. Dünyaya küçücük, savunmasız gelmişken ve hava ciğerlerinizi yakarken, daha burnunuzun ucunu görmüyorken annenizin kokusu sarar sizi, kalın bir zırh gibi. Kolları kalkan olur önünüzde, korur sizi. Sevgisi ve öpüşü küçük bedeninizi ısıtır. Anlarsınız ki dünyadaki koruyucu meleğiniz. İşte bu yüzden vazgeçemezsiniz onlardan. Belki de bu yüzden bütün eziyetlerimiz onlaradır, kim bilir? Gerçek şu ki: Onlar olmasa belki de bu yazıyı kimse okumuyordu. Gelelim ikinciye: hayat arkadaşınıza. Kim size onun sesini duyduğunuzda, kokusunu ciğerlerinize doldurduğunuzda, teni teninize değdiğinde, hele ki sarılıp öptüğünüzde sizde uyandırdığı heyecanı, tarifsiz telaşı yaşatabilir? Ben cevap vereyim: Hiç kimse. Peki sadece bizim hayatımızı mı değiştirebiliyorlar? Evet cevabını verip de kadınları hafife almayalım lütfen. Dünyayı, tarihin akışını değiştirebilecek güçleri vardır. Küçük bir örnek: Hürrem Sultan. Kadınlar yüzünden nice savaşlar, barışlar yapılmış, nice devletler yıkılıp kurulmuş ve dünya bugünkü halini almış. "Yok artık." deyip şu soruyu ekleyebilirsiniz: Ama yine de savaş kahramanları, dünya liderleri ya da bilim adamları erkek. Hatta şairler bile... Neden bu alanlarda yoklar?... Yoklar mı? İnternet önünüzde değil mi? Açıp bakın bakalım kaç tane kadın kahraman, lider ve bilimkadını var. Şunu da söylemek isterim: Şairler ise kadınlar olmadan bir hiçtir, hayatına kadın girmemiş adamın ilham damarları tıkanmıştır çünkü. Eseri yazan değil belki, ama eseri yazdırtandır kadın. Bir tane de ben eklemek istiyorum. Her nerede yemek yerseniz yiyin. En usta aşçılardan hem de... Ama anne yemeğinin tadını hiç unutamayacaksınız. Yani ille de kadın olacak hayatın içinde. Bir deyim vardır ya kadın eli değmesi diye, mümkünse her yere değecek. Elimize, kıyafetimize, odamıza, işimize, fikirlerimize, hayatımıza değecek. Biz de o ellerin her zaman değerini bilip, hak ettikleri ilgiyi göstereceğiz. Bir gün değil her gün olmalı. Biz, o elleri,  diz çöküp öpeceğiz. Zarar vermeyeceğiz. Uzun lafın kısası iyi ki varsınız. Dünya, sizin fırçanız değmeden güzel olamazdı. Dünya kadınlar gününüz kutlu olsun. 

7 Mart 2014 Cuma

MEVSİM İÇİ

      Mevsimler beliriyor vücuduna
    Parmaklarına damlıyor yağmur
  Mutluluk dağıtan yüzün
Kalbine baharın vuruşu

                                                           Güneş yansıyor denizine
                                                             Gözlerini melteme kısmış
                                                               Kucağında kalbinin yükü                                                                                 Aşk ıslak dudaklarda…

6 Mart 2014 Perşembe

Mektup - BİR OYUN İKİ CEVAP

  2. KISIM - ŞÜPHE


  Bir hafta ha? Bir hafta içinde cevap verdin. Önceki mektupta senin için kullandığım ifadelere bir yenisini ekliyorum: İnanılmazsın…
  Şu yaptığım işe bak. Tanımadığım biriyle konuşuyorum.Ve sanırım ben de biraz inanılmaz sayılabilirim.
  Adını yine yazmamışsın, üstüne bir de koşul koymuşsun. Elis’den bahsedeceğim öyle mi? Pekala. Sana anlatacağım onu.
  Seninle açık konuşacağım. Gerçi ismini söyleseydin daha güzel olabilirdi. Ama biliyorum bu bir oyun.. Elis’e gelecek olursak. Elis hayatında tanıyabileceğin en harika insanlardan biri. Hayır, aşık olduğum için demiyorum. Onu önceki mektupta bahsettiğim bankta ilk gördüğüm zaman hemen aşık olmamıştım. Tanıdıkça ona hem hayran oldum, hem de aşık oldum. Sana yüzünden değil karakterinden bahsedeceğim. Çünkü bana onu hatırlattın bir anda. Yazın ona benzemiyor, yazdıkların ise hiç benzemiyor. Ama kullandığın bir cümle… Sanki onun ağzından duydum tekrar. “Hadi başlasana oyuna” Bu onun çok kullandığı bir cümleydi. Gerçekten ondan duymuş gibi oldum.
  Elis senin hayatını anlamlı kılardı. Sana yaşama sevincini verirdi. O yanında olunca gülümsememen imkansızdır. O sana baktığında, o mavi gözlerinin altındaki, güzel şeyleri hissedersin. Aynı zamanda da hayat gibiydi. Onu üzgün görürsen bil ki gerçekten kötü bir şey olmuştur. Ufak tefek şeyleri kafasına takmayacak kadar zekidir de aynı zamanda. Çünkü hayatının değerini bilirdi.. 
  Kendinden bahsetmemişsin hiç. O şişedeki mektup gibi, kısacık yazmışsın tekrar. Ama bir şey var mektuplarında. Bir tür sihir gibi gizemli bir şey..
  Sana bir şeyden bahsedeyim. Hayatın düzeninden sıkıldığın için böyle bir işe kalkıştığını tahmin edebiliyorum. Sen nelerden hoşlanırsın bilmiyorum ama ben gündelik hayatıma devam ediyorum. İşe gidip gelirim ve akşamları oturup kitap okurum, sevdiğim dizileri izlerim. Sherlock Holmes’u bilmelisin. Onun bir sözü vardır: “İmkansızı çıkardığında elinde kalan şey gerçeklerdir.” Sana daha fazla açıklama yapmayacağım.
  Şimdi sıra sende. Artık kendinden bahsedersen iyi olur. Çünkü bu oyun böyle tek taraflı sürmez..
  Ha bu arada, Elis’le ilgili bir şey daha yazayım.Ondan bahsederken hep geçmiş zaman kullandım. Çünkü bunların hepsi geride kaldı. 5 ay önce yurt dışına gitti. Halbuki 3 ay kalıp dönecekti. Ve gittiğinden beri bir kere dahi hiç bir yolla bana haber yollamadı. Bilmiyorum nedenini. Ama bir şey biliyorum. Elis gerçekten çok akıllıdır ve her şeyin çözümüne başarıyla ulaşır. Sana anlatmama gerek yok; emin ol, birçok kere geri dönüşü yok denilen şeylerden başarıyla döndü. Geri gelecek ve bana mutlaka aklımın yatacağı bir şeyler diyecek. 
   Son söz bu mektup için: Elis kadar, belki senin kadar zeki değilim ama benim de iyi olduğum şeyler vardır. O da dikkatim..

4 Mart 2014 Salı

UMUT

               Saçı biraz beyazlamış, eli yüzü kırışmaya başlamış, sıkıntılarının ağırlıklarından beli bükülmüş, hayat arkadaşının da ebediyete yol almasıyla iyice yalnızlaşmış Mehmet Amca... Hayatı boyunca çektiği sıkıntılar yetmiyormuş gibi son on senedir de alzaymır ile boğuşuyordu. Ona destek veren, yardımcı olan tek kişi ise can dostu, yol arkadaşı, biricik sevgilisiydi. Belki kimseyi hatırlamıyor Mehmet amca, yaşadıklarını da. Ama bir şeyi çok iyi hatırlıyor: Eşinin kim olduğunu ve onu ne kadar çok sevdiğini. O gelince aklına sebepsizce gülümsüyor. Hatırladığı tek şeyi karşısında görünce de saatlerce sarılıyor yarın kalktığında unutacak gibi. Hayattaki tek varlığıydı onun  karısı, küçük iki gözden oluşan derme çatma, kışın buz gibi çığlıklar atan evi saymazsak. Zengin ya da sağlıklı değildi belki Mehmet Amca, fakat mutluydu, sevgilisinin imzayı atmadan önce verdiği sözü tuttuğu için. İyi günde kötü günde... Ama kader işte, ayırdı onları. Yalnızdı artık. Yemek yedirmek için günde üç kez uğrayan mahalle bakkalının ve her gün aynı saatte camın önüne konan, şarkılar söyleyen kuşun dışında kimsesi yoktu. Söyleyemediler Mehmet amcaya "O gitti." diye. Mehmet amca denizi çok sevdiği için ona, sevgilisinin denize gittiğini ve deniz kokusu getireceğini söylediler. Mehmet amca her gün camda bekledi O'nu kuşla birlikte. Gözünü denizden bir an bile ayırmadı. Kuşa eşlik etmek için küçük eski radyosunu açardı. Tesadüf ya, en sevdiği şarkılardan biri çalıyordu. hatırlıyordu. Sevinmişti ve eşlik etti radyoya. Bulduğu her fırsatta da bir cümle söylüyordu sevgilisine.
Bir daha bu yolları aynı hevesle yürür müyüm?
- Seninle her şeyi yeniden yaparım.
Kim bilir ne bekliyor kalır mıyım ölür müyüm?
-Kalacaksak beraber, gideceksek beraber.
Ne malum dünya gözüyle bir daha görür müyüm?
-Görmeden şuradan şuraya gitmem.

                Gelecek diye umudunu hiç kaybetmedi, yine aklına geldikçe gülümsedi. Bilmedi ki hiç gelmeyeceğini.  Yine oturuyor cam önünde ve "elbet bir gün buluşacağız" diye şarkısını mırıldanıyor, kuşu bekliyor. Kuş gelmedi. beyninden vurulmuştu sanki Mehmet amca. Sevgilisinin yokluğunda, onun umut kaynağı olan kuş da gitmişti. Mehmet amca alzaymır olsa bile anlamıştı: Umut güzel şey, yaşama bağlayıp beklemek için güç verir, ama hasret uzun yol. Feleğin her türlü cilvesine katlanan, bir kere bile şikayet etmeyen, "sevdiğim olsun yeter." diyen Mehmet Amca denize bakarak son cümlesini söyler:  "Feleğin her işkencesine dayandım da, yokluğuna, hasretine, ölümüne dayanamam deniz gözlüm, tuz kokulum."

3 Mart 2014 Pazartesi

Yalnızlığımın Sesi

Geziyorum sokakları
Yalnız bir başına
Sokaklar kalabalık
O yüzden bu yabancılığım
İnsanların gözüne öylece bakışım
Beni yalnız bırakmayan tek şey
Yalnızlık
Her zaman benimle hissediyorum
Yemek yerken örneğin
Karşımdaki boş sandalyede
Beraber tıkınıyoruz
Sonra benden önce gidiyor banyoya
Kulpu kırılmış eski bardakta bekliyor beni
Yanında ortasından sıkılmış bir macun
O da tek başına orda
Öpüşüyoruz dakikalarca
Geceleri de uyutmuyor
Tavandan bana bakıyor öylece
Konuşuyoruz
Anlatıyorum ona her şeyimi
Sahi sen yalnız kaldın mı hiç?
Evinde sadece bir terliğin oldu mu?
Misafirin ne zaman geldiğini unuttuğun
Karanlıklar anlamlı geldi mi hiç sana?
Yine döndüm bir köşeden
Yine tanımadığım gözler
O gözlerde başka yüzler
Kiminin elinde bir çocuk eli
Kiminin yüzü gülen bir kızın
Benimse bir elimde rüzgarın hissi
Diğerinde yalnızlığımın sesi

2 Mart 2014 Pazar

SOĞUK GÜZELDİR



soğuk güzeldir.
yürürken puslu,ıslak sokaklarda,
hissiz, aşkınla ısıttığın ellerim.
hissiz ayaklarım.
hissiz, karşında titreyen dizlerim.
ağlarken soğuktan diyebiliyorum.
çenem titrerken çaresizlikten,
sebebim yine soğuk.
kırılmış kalbim de uyuştu soğuktan
hissetmiyorum bıraktığın derin yaranın acısını
düşünemiyorum seni
kafamın içinde yankılanan seslerin uzaklaşıyor
duyamıyorum onları soğuktan
seni ,nefesimi, görüyorum soğukta
yükseliyor gökyüzüne geri dönmemek üzere
sen, meleğim, olmayınca yanımda
yaşadığımı hissetmiyorum ki
ama hepsi soğuktan
soğuk güzel değil mi?

HATIRLAMA


   Sen akşamlar kadar büyülü, sıcak,
   Rüyalarım kadar sade, güzeldin,
   Başbaşa uzandık günlerce ıslak
   Çimenlerine yaz bahçelerinin.
   Ömrün gecesinde sükun, aydınlık
   Boşanan bir seldi avuçlarından,
   Bir masal meyvası gibi paylaştık
   Mehtabı kırılmış dal uçlarından.
                       
                              Ahmet Hamdi Tanpınar