29 Nisan 2014 Salı

KAMBUR

Dün gece uyuyamadım yine,
Bel ağrım, sırt ağrım azdı gene.
Kamburumun büyümesi
Ne dayanılmaz bir acı yarab.
Başarıyorum sonunda,
Sırtımdaki yük artıyor.
Sen gittin gideli
Gözlerim hep yerlerde,
Uğruna kaybettiğim onurumu arıyorum.
Başım hep eğik insanlar karşısında.
Üzüntüden bu hale gelmedim.
İnsanlar acısın diye de değil,
Bile bile.
Sadece çirkinleşmek için,
Bakmasın insanlar diye,
Sevmesinler diye.
Bana derin derin bakan
En son sen ol diye.
Beni en son sen sevmiş ol diye.
Bu sebeple sırtımdaki yüküm,
Kamburum,
Gururum.
Kamburum,
Haykırmak isteyip de
İçime attıklarım.

28 Nisan 2014 Pazartesi

HAYATA DAİR

Her yaşam bir kitaptır aslında.Her gün beyaz bir sayfa koyarsın önüne.Her saat bir satır yazarsın,her dakika bir cümle,her saniye bir harf…O bembeyaz sayfayı kirletirsin durmaksızın.Tıpkı şimdi yaptığın gibi.Kimi zaman dostlukların olur o sayfada,kimi zaman aşkların.Bazen haksızlıklarını yazarsın,bazen de yaptığın hataları,yanlış anlaşılmalarını…Ama mutlaka yazarsın.Yazarsan yaşarsın çünkü.Çünkü kimse anlattıklarından anlamaz ya da anlattıkların değerli olmaz.Bir kaç kişi dışında herkesten aynı cümleyi duyarsın.Herkes robotlaşmış gibidir.”Sıkma canını,her şey düzelir…” tarzı konuşmalar bu robotların hafızasına yazılmış gibidir.Sen de bu robotları dinlersin.Robotlar için değil tabi ki.Canın sıkkınken gerçek dostların senden çok üzülür.
Her ölüm bir kitaptır.Önsözü ebeveynler tarafından yazılan,kitap hakkında düşüncelerin hep bir ağızdan ve bir cümleyle hocanın “Nasıl bilirdiniz?” sorusuna cevap olarak yazıldığı bir kitap.Herkes “İyi bilirdik.” Dedikten sonra alınırsın omuzlara ve çok değerli kitapların bulunduğu o rafa yerleştirilirsin.Tamamlanmamış diğer kitaplara örnek olursun.İyin de hatırlanır kötün de.Kitabında neler yazdıysan yeri ve zamanı gelince küçüklerin açar okur gerekli sayfanı,cümleni.Anılırsın yaptıklarınla.Bu anmaların sonunda ağızlardan “Rahmetli iyi adamdı.” cümlesi dökülüyorsa ne ala.
Yaşam ve ölüm…Bir kitap kadar bütün.Yaşamımızdaki her sayfa,her cümle bizim eserimiz.Her gün yeni bir sayfa,her saat bir cümle…Dünya denilen bu kütüphanede her harfinizin değerli olması dileğiyle…


26 Nisan 2014 Cumartesi

ESMER GECE

   Gecenin karanlığı bir çarşaf gibi örtmüştü gökyüzünü.Bağırsam delinecek gibiydi; ama sesim çıkmıyordu,çıkamıyordu.Öylesine görülmüş bir kabus olmalıydı bu.Ciğerlerime dolan tüm havayı öyle geri verebilirdim ancak.Gerçek olmamasını diledim,yalvardım o an ellerimi açıp.Yutkunabildim sonunda.Kafamı geriye verdim ve kapattım gözlerimi.Evet...Yine canlandı  zihnimde. Yine hissettim o karanlığın bedenimi yakışını. Esmer bir günde gitmiştin işte. Hem beni, hem gökyüzünü yakacak kadar esmer bir gün...Belki de ışıkta gitsen geri dönerdin? Işıkta görebilirdin belki neden gitmemen gerektiğini ? Ama doğru,ışıkta da görünmezdi ki kalbim...Görsen gidemezdin zaten...Telafisi yok gece gitmenin demiştim, korkuyorum karanlıktan diye. Özellikle o zaman mı gittin,bilmiyorum. Sebepsiz oluşu canımı yakmazmış gibi, bir de gün simsiyahken gittin. Belki de bana hep seni hatırlatsın istedin, esmerliğini  aklıma kazımak istedin iyice. Ya da bunların hiçbirini düşünmedin. Canın sıkıldı ve gittin işte bu kadar basit. Sahi bu kadar basit miydi gerçekten peki? Öyleyse neden o kadar zaman varken, benim için hiç de basit olmayan bir vakti seçtin? Tüm bunları sordum içime,sana sordum...Daha soracak çok sorum var ama sen yoksun biliyorum. Bunların hiçbiri kabus değil bunu da biliyorum. Şimdi sadece yutkunabiliyorum,o da gözlerim kapalıyken. Açık olduğunda mutlaka dalıyorum çünkü uzaklara, uçaktan atlıyorum adeta büyük bir boşluğa. Tıpkı korkmayayım diye uyuduğum o kısacık uykumdaki rüyam gibi...Sana böyle diyemeyeceğim ,en çok da bu acıtıyor canımı biliyor musun? "Rüyam" diyemeyeceğim. Seni kabus olarak anımsamak zoruma gidiyor. Karanlıkta yalnız kalmak zoruma gidiyor. Gözlerimi saçlarımın arasına gömüp uzunca uyumak istiyorum şimdi. Yeniden kalktığımda elimi yüzümü yıkamak istiyorum, "kabusmuş" deyip...Elimi yüzümü yıkayınca geçer misin acaba? Bilmiyorum..Ama şunu biliyorum ki; gece kadar karanlık olan içimden gitmeyeceksin, tüm tek başınalığı ve gölgeleriyle esmer bir miras olarak kalacaksın.Ta ki,kim bilir...Belki de bir başka rüya görene kadar...

25 Nisan 2014 Cuma

ÇİFTE KAVRULMUŞ LOKUM

   8 tekerleğin üzerinde geldiğim 600 km ve 7 saat süren uykusuzluk...Hepsi senin için!
   10 Şubat günü son kez çekmiştim içime Göztepe'den esip Kadifekale'yi turlayan havayı. Kemalpaşa'yı geçer geçmez dolmaya başladı içim: Gevrekli, boyozlu, çiğdemli hasretle.
   Bitişine sayacağım günlerin çetelesi epey kabarık olacak ama sana hasretim bir gün bile dinmeyecek. Kabuğunu çatlatan güvercinler gibi tüysüz korumasız olucam senden uzakta.Her yaz yeniden tüylenicem; nemine, denizine sarınıp çıkıcam Ankara'nın taşlarına. 
   Tesellim: Anıttepe'deki sesszilik ve güç!
   Her tırmanışımda 40 basamağı daha da büyüyor içimdeki sıkkınlık. Dualarım irileşiyor,çağırıyorum Anadoluya, 9 Eylül'e... Yalvarıyorum!
   Bugün 19 Nisan. Kalp kokusu getirdim ülkenin çağdaş şehrine, evime, aşkıma... Kısa sürede de olsa dolanıcam bağrına. Kordonunda elimde simit martılar tepemde görücem. Doğumumla kavrulan sevdamı ikinci kez kavurucam!...

24 Nisan 2014 Perşembe

MIRILTI

   Mor kulaklığını çıkarttı kulağından. Tuttu bir ucundan eline doladı, çantasına koydu. Elini, uzun saçlarının altından boynuna götürdü, dolaştırdı ve ensesini ovdu biraz. Boynu ağrımıştı ki tüm gün masa başında olduğu düşünülürse çok normaldi.
  Saate baktı, bir de trafiğe… Son bir saattir bekliyorlardı. Söylendi kendi kendine. Yanındaki orta yaşlı bayan da ona hak verir gibi kafasını salladı. Bıkmıştı artık bu trafikten, kaza yapan insanlardan da bıkmıştı. Az dikkatli olsalar n’olurdu sanki! Bak işte geç kaldı B. ile buluşmalarına. En son üç gün önce görmüştü ve yine özlemişti işte. Çok seviyordu onu. Aynasını çıkarttı çantasından, baktı kendisine günün yorgunluğu yüzüne yansımış mı diye. Fena değildi. Turuncuya kaçan saçlarıyla ve küçüklükten beridir yüzünde olan ama artık o kadar da belli olmayan çilleriyle güzel bir kızdı. Masum bir yüzü vardı doğrusu.. Bir an ayakta olanların göz hapsinde olduğunu fark etti, utandı biraz. Aynasını çantasına geri koydu ve tekrar dışarı baktı masumca.
 Karşısında oturan adam çoktan beri uyuyordu, sağ çaprazındaki genç kızla, gariptir, sürekli göz göze geliyorlardı. Düşündü içinden, galiba beni birine benzetiyor diye. Yanındaki bayansa telefonunu açıp oğluyla konuşmaya başlamıştı.
 Havasızlık artmıştı iyice otobüste. Önce camlar açıldı, sonra klima ama etki etmiş değildi. Kendini kötü hissetmeye başladı, baş ağrısı tutmuştu. Sanki biri boğazını sıkıyor gibi hissetti. Telaşlanmaya başladı bir anda. Bir şeyden rahatsızlık duyduğu belli oluyordu. Saçlarını topladı, çantasından peçete alıp alnını ve boynunu sildi, biraz ferahladı ama yine de iyi değildi. Dayanamadı, kalktı ayağa seslendi şoföre:
 - Arka kapıyı açar mısınız? İnmek istiyorum!
  Şoför kısa bir tereddüt etti durak dışında kapıyı açmak için. Sonra hak verdi. Açtı kapıyı.
  Hava ne güzeldi, taze hava ne güzeldi.. Tam bahar mevsimiydi, güneş terletmiyor, rüzgar üşütmüyordu. Saçlarını tekrar açtı. Nefesi de düzelmişti. İleriye baktı. Kaza yapanları, yaralananları, ambulansı gördü. Yaklaştıkça hareketlilik artıyor gibi geldi. İnsanlarda koşuşturma vardı. Birinin bağırdığını duydu: “ Arabada biri daha var! ”  Yüzündeki masumluğun nedenlerinden biri olan büyük gözleriyle arabanın başına üşüşen insanlara baktı. Bir taraftan da yürüye yürüye ambulansın yanına doğru geliyordu. Bir hemşire yaralının birini sedyeyle ambulansa hızla getirdi. Yaşlı bir adamdı. Yüzü kan doluydu. Adama baktığı an babasının yüzü aklına geldi. Kafasını bir anda ters yöne çevirirken, o yabancı adamın suratı değişmiş babasının geçmişte, kaza anındaki yüzüne bürünmüştü sanki. Başı döndü, kusacak gibi hissetti. Yaptıkları kaza anında hissettiği gibi boynuna kramp girdi. Dengesini kaybediyordu. Gözlerini bilinçsizce tekrar yaralı adama çevirdi..
    Yere düştü.
    Bir şeyler mırıldandı, kimse duymadı.

     

22 Nisan 2014 Salı

SİGARA MOLASI

Akşam güneşi odamı aydınlatırken,
Sobaya bir iki odun attım.
Işığı kapattım.
Oturdum sobanın önüne.
Elimde sazım, dilimde en sevdiğim türküler...
Hepsi yari anlatıyor.
Çevirdi beni bir kara bulut.
Gözlerime yağdırdı yükünü.
Alışkındı kirpiklerim ıslanmaya,
Soba da kurutmaya.
O kuruttu, yağmur yağmaya devam etti.
Yükünü hafiflettikçe kara bulut,
Gönlüme sığdırmaya çalıştığım yükler
Sığmadı ey gökyüzü, sığdıramadım.
Yüreğim mi küçük?
Yüküm mü fazla?
Cevap ver ey gökyüzü.
İçimde fırtınalar koparken
Benliğimle vicdanım arasında,
Elim uzandı pakete.
Bir sigara aldım, çıktım balkona.
Çektim dumanı içime.
İşlesin diye en kuytu köşesine gönlümün.
Üfledim gökyüzüne, içimden söküp atarcasına.
Dışarısı karanlıktı.
Ne güzeldi, her şeyin kaybolması karanlıkta.
Ben gibi, anılarım gibi.
Bak, sigara dumanı da kayboldu gökyüzünde.
Sen gibi.
Seni dilemek için o kadar yıldız vardı ki
Nasıl oldu da kayboldun?
Nereden bilebilirdim ki
Yıldızların gerçekte var olup olmadığını.
Seni olmayan yıldızlardan dilemişim.
Sen ise fark etmeden
Ay olmuşsun hayatımda.
Hiç gitmeyen, gerçek...
Gecemi aydınlatıp kaybolanları gösteren, canımı yakan...
Şimdi dileğim yıldızlardan:
Doğmasın hiç akşam güneşi.
Duydun mu gökyüzü?
Dinledin mi derdimi?

O zaman, son türküm sana ve sobama.

21 Nisan 2014 Pazartesi

HOOOOP

O gemi çıkar gider limandan.
Sana arkasından el sallamak düşer.
Halbuki sen daha aşıksındır denize,
Daha çok anlarsın onun halinden,
Bozuk havalarda nasıl davranacağını çok iyi bilirsin.
Deniz senin için tutkudur.
Ama işte işe yaramaz kaptanın biri alır götürür gemini.
Ardından el sallarsın sessizce.
Yazdığın şiirleri denize atarsın bir bir
Tuz yoktur yeterince gözyaşlarında çünkü.
Ne deniz anlar senin halinden,
Ne kaptan,
Ne gemi,
Ne martılar…
Yapayalnız kalırsın.
Her şey çok güzel gidiyorken hem de
Ya da kendini öyle kandırıyorken.
Doğru geminin o gemi olmadığına inandırırsın kendini
Ve tekrardan gemini beklemeye başlarsın.
Aynı sabırla,
Aynı heyecanla,
Aynı duygularla,
Aynı temizlikle,
Aynı karakterle…
Ve bilirsin;
“O gemi kesin gelecek bir gün.”
Tıpkı İsmail Abi’nin ki gibi…

19 Nisan 2014 Cumartesi

ADI NE ?

Dalında bir ağacın bazen,
Açmamış çiçeğinde, açmak isteyen.
Bulutların arasında kimi zaman da
Yağmamış yağmurda gizli, pusuda.
Bir çocuk gülümsemesinde saklı,
İçten ve gözlerini  katarcasına.
Giden bir sevgilinin dönüşünde,ansızın.
Umutsuzluğun,kanat çırpıp gidişinde.
Denizin dalgasına ilişmiştir bazen de,
Martı sesi ve süzülerek suyla buluşmasında.
Çoğu zaman ürkek,bastonlu bir ninenin ellerinde,
Titrek,mağrur; ama bir kapı zili kadar yakın.
Sözlerinde emekle yazılan bir şarkının,
Tadında, kıyıya vuran başarmanın.
Bazen bir gülüş,bazen bir bakış,bazen de alkış,
Güven olur bazen,sevgi,dua ve yalvarış,
Sarılmaktır sımsıkı,kalplerde bir yolculuk.
"Adı ne?" diye sorulursa,
Onun adı MUTLULUK...

17 Nisan 2014 Perşembe

SADECE RÜYA DEĞİLDİN AMA YİNE DE RÜYALAR ÇIKAR MI?

Odanın uzak köşesinde
Camlar ıslak.


Ben içeride, sen benden de içeride.
Aklımdan geçtin, sordum:
Gerçek misin?
Yoksa her gece dinlenilen masallardan mı geliyorsun?
Belki de rastgele açtığım bir 'Asaf' şiirindeki
O güzel sevgilisin.


Hadi söylesene bana artık;
Kimsin sen?
Hayır...
Seni tanımıyorum.
Seni görmüyorum, seni duymuyorum.
Sadece seni...
Seni biliyorum; bir yerlerde var olduğunu.


Elbette..
Sen bir hülyasın;
Babamın "tatlı rüyalar" demediği günlerden beri

Gördüğüm kabusların arasına girmeyi başaran.

15 Nisan 2014 Salı

CEZİR

çıktım balkona elimde bir çayla
gözüm denizin dalgalarında
gönlüm cezir zamanındayken
nasıl köpürüyor bu deniz?
imbat okşuyor yanaklarımı
bir ses bir yanık kokusu getiriyor bana
uzakta kalan ateşimden
daha da üşütüyor bedenimi
ateşime gitmem için
ürperiyor vücudum
bir çay yudumlayıp derin bir of çekiyorum
sarıyor feryadım gökyüzünü
dertlerim ağlatıyor bulutları
yağıyor üzerime bir yaz yağmuru
ateşime gitmem için
yeter, zorlamayın beni
kabul ediyorum
o uzakta kaldığı için her yer buz soğuk
saat ona yaklaşıyor dostlarım
ben de O'na yaklaşıyorum
belki de her şey beni ona yaklaştırıyor
bekle

onu sen geçe ordayım

14 Nisan 2014 Pazartesi

Bir Cümle

Çok uzaklardayım denizden
Ama işte tam karşımda
Güneşin yeryüzüne düşen bir parçası
Güzel ve keskin kokulu
Deniz her daim yanı başında
İzmir gibi mesela
Güler yüzlü, sıcakkanlı
Ankara’nın tüm insanlarına inat.
Gülerken gözleri parıldayan
Ya da gözlerinin içindeki o çocuk
Her zaman gülen…
Yüzünde deniz saklı
Ya da İzmir’imin daha önce geçmediğim
Adını duymadığım
Denizin huzuru kaldırımlarına işlemiş
Bir sokağı…
Konuşmasında dalga ve martıların sesi gizli…
Bu yaşaması zor olan şehirde
Yüzümü güldüren,
Kalbimin ritmini kaçıran…
Ve sonsuza kadar söyleyebileceğim
Bir cümle:…
                ***
Ama önce


12 Nisan 2014 Cumartesi

YÜKSEK SESLİ SUSMALAR

   Çok ağır içimdeki boşluk.Öyle ki; hem boş olup hem ağır olduğu için şaşırıyorum bazen.Görsen sen de şaşırırdın,gülerdin hatta.Bu tezatlığın beni korkutmasına da gülerdin.Evet korkağım,bazen çok fazla korkağım hem de...
   Karanlıktan korkuyorum mesela,içimdeki tek başınalıktan...Sonra,seni kaybetmekten.Gülümseyişini görememekten...Ya da gülümseyiş sebebin olamamaktan korkuyorum.
   Korkuyorum işte."Başlayan her şey biter" diyor içimdeki boşluk.Ben sırf bitmesin diye başlamıyorum biliyor musun? Sırf gitme diye gelemiyorum. Bu yüzden gelmeyelim birbirimize,farklı olalım.Gelmeden ulaşalım mesela kalplerimize.Aynı noktalarda olalım,ama gelmeden ulaşalım.Hissedelim yani...Birlikte konuşmayalım bir deniz kenarında; birlikte susalım.Sonra susmaktan başımız şişsin,saçmalayalım biraz da.Bir martının kanadı olalım o an.Uçabilelim dilediğimizce...Sonra müsait bir bulut bulup oturalım, ayaklarımızı havaya kaldırıp bedenimizi de geriye verdikten sonra... Gülelim tüm bunlara, "Ne diyoruz biz ya?" diyelim.Susalım sonra yine.Sessizce bağıralım bazen de gözbebeklerimize.Ben ne demek istediğini anlayayım,cevap vereyim gözlerimle;ama hiç konuşmayalım işte.Ya bilmeden kırarsak birbirimizi ? Konuşmayalım hiç bu yüzden.Hatta içimizden sevelim,duymasın hiç kimse.İçimizden kıralım,bağıralım gerekirse...
   Sessizce sevelim biz...Kimse sesimizi kesemesin diye...Sessizce...

11 Nisan 2014 Cuma

10 Nisan 2014 Perşembe

SANI

                                                                                            Baka kalırım giden geminin ardından;
                                                                                            Atamam kendimi denize, dünya güzel;
                                                                                            Serde erkeklik var, ağlayamam.
                                                                                                                            Orhan Veli Kanık



  Deniz kenarında yürüyorduk. Uzun zaman geçmişti görüşüp dertleşmeyeli. İkimizin durumu birbirine benziyordu. Onun da kalbinde bir kız vardı ve o kızın kalbinde başka biri. Benim de kalbimde bir kız vardı ve muhtemelen o kızın da kalbinde başka biri.
   Geldik oturduk bir masaya. A. karşıma oturdu, solumda deniz vardı. Sağ çaprazımda birinin elinde nargile olan iki adam ve deniz kenarında çiçek satan, fal bakan kadınlar olduğunu düşündüğüm iki kişi vardı. Siyaset konuşuyorlardı, ilgimi çekmedi. İki masa arkada tek başına oturan bir kız, sırtı dönük...
   "Hayır!" dedim birdenbire. "Tamam dünya küçük derler de bu kadar küçük olamaz!" A. ne olduğunu sordu. "Arkana bak." dedim. Baktı: "Yok abi yok, hayır o değil." dedi. Kimden bahsettiğimi söylemeden hayır o değil demesi onun olduğunun kanıtı değil miydi..? Bir daha baktı arkasına "Yok artık!"
   İlk gördüğüm zamanlardaki gibi kalbim çıkacaktı yerinden. Sevindim mi? Üzüldüm mü? Belki de korktum. Eğer arkasına dönüp beni görürse ne diyecektim? Onu unutamadığımı da söyleyecek miydim? Ya bakmazsa? Hayır, yanına gidemezdim. Özlemişim onu, hem de çok. Belki de kalbindeki kişiyi unuttu. Görüşmeyeli üç ay geçti, belli olmaz hani. Ona aşık olduğumu söylediğimde veya tanıştığımız bir buçuk sene boyunca bana hiç sevgilisinden bahsetmemişti. İçimde yeniden umudun biriktiğini gördüm.
  Kulağım A.'da gözüm o kızda. "Olum bakmasana kıza öyle dik dik." Dinleyen kim, yine bir kötü oldum.
  Hafiften boynunu denize çevirdi. Burnu! Tamam işte, kesin oydu. Lütfen o olsun! Tekrar kafasını masaya çevirdi bir yudum çay aldı. Saçları düz, siyah ve başının tam ortasından ayrılmış sağa ve sola atılmıştı. Neredeyse beline kadar geliyordu. Boynu aynen öyle zarifti. Sırtı küçücüktü, belki iki karış. Siyah giymişti. O da hep siyah giymez miydi zaten? Sırtının üst kısmında ensesinin hemen altında leke gibi bir şey vardı. Tam çıkaramadım. Bilekleri ve kolları... Evet, aynen onundu. Gözleri! Denize dönüp baktığında bir kaç kez gördüm.Döndüm A.'ya ne diyeceğimi bilemeden:
    "Kesin C."
    "Emin misin?"
    "Evet."
    "Gidecek misin yanına?"
    "Gidemem.."
  Sanıyorum bir beş dakika geçti. İşte orada o an bir şey oldu, ona hiç yakıştıramadığım bir şey. Açtı çantasını sigara yaktı. Sanki o an beni bir kez daha yaktı. Nasıl yapabilir böyle saçma bir şeyi! Yaşı daha genç. Niye uzun yaşamak varken böyle bir şey? Ama bir dakika o sigara içmiyordu ki. Hem, hem daha yüzünü gör-görmemiştim. Tam olarak görmemiştim. Olamaz mı?
  Garip bir şekilde tüm düşüncelerim terse döndü. O olamazdı, o olmamalıydı. Tamam beni sevmedin, o kadar çabalamama rağmen beni sevmedin. Ya hayallerim? Keşke yıkmasaydın. Orada melektin sen. Kusurların olamazdı orada.
  A. girdi söze yine: "O değil, o değil. Sigara içmiyordu o!" "Evet, o olamazdı.."
  İşte kalkıyor masadan. Lütfen o olmasın. Bir kez dönsün bana yüzünü rahatlayayım onun olmadığını görünce. Gitti parayı verdi ve evet işte döndü yüzünü.
  Değildi. Orada oturan kız C. değildi. Tekrar sırtını döndü uzaklaştı.
Derin bir nefes aldım. Yüzümde tebessüm; uçan martıların havada kaptığı simit coşkusunda...
 



8 Nisan 2014 Salı

SİYAH RENKLİDİR

     Gözler... Bakışlar... Konuşmadan, tek bir kelime dahi etmeden, ciltlerce süren yazıları anlatabilecek güçte olan, kimi zaman yeniden doğduran, kimi zaman yüreğini burkan, yerin dibine sokan... Mavi, ela, kahverengi, siyah olan... Doğayı her güzelliğiyle, rengiyle gören... Renklerin hislenip anlam kazandığı yer. Kalbe açılan yegane tünel. Ben bilmiyorum. Bana böyle dediler. Ben görmedim ağaçların ve çimenlerin yeşilini, domatesin kırmızısını, gökyüzünün mavisini, bulutların pamuksu beyazını. Elime bir fırça alıp her renkten biraz süremedim kağıda, renklendiremedim hayallerimi. "O zaman rüyalarımda gerçekleştiririm hayallerimi." dedim. Onu da yapamadım. Ben rüya göremiyormuşum, biliyor muydunuz? Sarıldım göremediğim anneme, yeşil gözlü anneme. Ağladım siyah dünyama şikayet edercesine. Ağladım ki yeşersin diye gözüm. Çocukkendi bunlar. Kalben bağlandığım insanlar gözüm oldu benim karanlık dünyamda. Artık her yerde gözüm var. Her gün İstanbul'u anlatıyorlar bana. Dinliyorum ve dinliyorum tekrar. Karanlık dünyama küçük bir kibrit çakıyorum. Ne işime mi yarayacak? Benim değil ama, o küçük kibritin ışığı benim gibi olan öğrencilerimin karanlık dünyasını aydınlatacak. Aydınlatacak ki onlar ağlamayacak. Göz görmese de kalbin çalışıyor, hislerin herkesten daha güçlü, değil mi? Önemli olan bu. Hayaller, sevgiler, kalpten gelip kalbe gidenler... Sizin renginiz içinizde olsun, kalbinizin bir odasında, içine çektiğiniz kokuda olsun. Hayallerinizi cam şişeye koyup denize atmayın, yeter ki isteyin. Eksiğiniz yok fazlanız var. Ve unutmayın siyah renklidir.

7 Nisan 2014 Pazartesi

SAKLA BENİ

Deniz gibi ol mesela
Aramızda kilometreler varken özleyeyim seni
Yanında huzur bulayım
Her ne koşulda olursa olsun seveyim
                ***
Kalbinde sakla beni
Kalbinin ritmiyle dans edeyim
Bir ömür orda olayım
Ama sen kelebek olma
                ***
Hep beni düşün
Yalnız beni merak et
Aklında olayım her an,her saniye
Ama sen balık olma
                ***
Gözlerin beni arasın hep
O bakarken bana huzur veren gözlerin
Ben de gözlerini yuvam bileyim
Gözbebeklerinde sakla beni
Ve sakın ağlama
                ***
Kısaca gel sahip çık sol yanıma

Kalbim hazır tamamen senin olmaya…

5 Nisan 2014 Cumartesi

BİRAZ DAHA KAL

Git demedim,
Kal da diyemedim ama,
Biliyordum,anlayacaktın gözlerime bakınca...
Biraz daha kal,
Söyleyemediğim yutkunuşlarımda,
Ve bir ıslık çal, 
Çağır beni rüzgarınla.
Son tutuşum nefesimi,
Son içişim gözlerinden bir kadeh daha...
Ve son kez sarhoş oluşum sana,
Doya doya...
Son kez dolaşıyor parmaklarım saçlarında,
Ve gözüme ilişiyor çatık kaşların
Onlar da bana fısıldıyor adeta:
Ne olur...Biraz daha !

3 Nisan 2014 Perşembe

İLK ANNEME VE İLK BABAMA

             
                Söze nasıl başlanır ki bu durumlarda. Kelimelerin bazı duygular için yetersiz, anlamsız kalacağını acı bir şekilde tecrübe ettim belki de. Ben hayatımdaki en önemli olan iki insanı anlatarak başlamak istiyorum. Dedemi ve babaannemi... Neden bu denli önemli olduklarını da çocukluğumdan itibaren anlatmak istiyorum.
                Benim için ikisi de önemli, değerli insanlar. Çünkü beni onlar büyüttü diyebilirim kısaca. Aslında herkes için geçerli olabilecek bir durum. bu durumu benim için farklı kılan ise onların bana olan sevgileri ve onların temiz kalpleriydi. Daha önce bir çok işi, zor şartlarda yapmış olan dedem ben doğunca resmen emekli olmuş diyebilirim. Babam bi süre annemle benim yanımda olamamış ben küçükken. Annemle beni o süre boyunca evlerinde ağırladılar. Annem de çalışan biri olduğu için bütün günü benimle geçirdiler. Hatta sadece bana bakabilmek için evinden çok ayrılmayı sevmeyen dedem yüzlerce kilometre uzaktan gelip uzunca süre bizde misafir oldu. Anlayacağınız beni çok severlerdi. Çocukluğumdan kalan hatıraların çoğunluğunda onlar var. Örneğin, dedemin benim için hazırladı çikolata depoları, kutu kutu oraletler, şişe şişe kolalar. Bunları gösterip gülerdi,"Annene söyleme." derken. Annem abur cubur yediğim için kızdığı zaman, yan odaya geçip ağlayan bir adamdı benim dedem. İlk bisikletim, oyuncaklarım, gezmeler tozmalar, o ev, o koku, o battaniyeler... Ahh... Ben battaniyeleri çok severim babaannem s
ayesinde. Hep battaniyelerle uyuturdu beni, ayağında saatlerce sallayarak. Yorulurdu ikisi de bilirdim. Ama bir kere bile benden şikayetçi olmadan her istediğimi yaptılar ya da yapmaya çalıştılar. Yediğim her lokmada, bedenimdeki her hücrede hakları var. Onlar benim ilk annem ve babam. Bu yüzden özeller.
                Eğer şu hayatta bir başarım varsa, bu onlar sayesindedir. Çünkü ben "Size ben bakarım ileride, çalışıp doktora götürürüm. Söz, bak." cümlelerini tekrarladım, onlar "Yorulduk yavrum." dediklerinde. Bu yüzden çalıştım hep, bir gün yardım elimi uzatabilmek için. Yetişemedim be. İkinize de yetişemedim. Sözümü tutamadım.  Ondan bugün yanaklarımdan süzülen gözyaşlarıma engel olamadım, hakkınızı ödeyemediğim için. Ben yine çalışmaya devam edeceğim sizin için. Gurur duyabileceğiniz bir torununuz olsun diye dört elle sarılacağım şimdi hayata.
                Hayatımda bir çok şeyi öğrettiğiniz yetmiyormuş gibi bugün iki şey daha öğrettiniz bana. Birincisi: hayatta herkesin bir görevi varmış. Yıllar önce, hastalıklarını yazsam kağıdı dolduracak olan babaannem ölümden döndü, sonra bir kaç kez daha. O zamanlar sağlam olan dedem en büyük yardımcısı oldu onun ve onu ayağa kaldırdı. Sonra kendisi kanser nedeniyle yatağa düştü. Bu sefer ,kendisi daha kötü olan babaannem baktı ona. Kızsa da şikayet etse de... Birbirlerinin hayat arkadaşları sonuçta. Sonuna kadar hem de... İkincisi ise: 5 ay çok kısaymış. Dedem 5 ay önce göçüp gitti. Daha dün gibi. Şimdi de babaannem. Çok hakikatli kadınmışsın. Görevini yaptın, sonra da "Deden beni çağırıyor." diye diye gittin sen de. Yakıştıramadım ölümü senin gibi bir kadına. Beyaz da sana hiç yakışmadı. Yakışan tek beyaz gelinliğinmiş güzelim benim. Ama sen o beyazınla kara toprağı güzelleştir olur mu? Bak yağmurlar uğurladı seni bugün. Ve ne büyük bir aşkmış sizinki, ölüm bile ayıramadı. Yine yan yana... Bu bir son değil sizin için, başlangıç. Bu sizin ikinci düğününüz. Gelinliğini giydiremedik sana babaannem. Çok sevdiğin eşini yanına koyduk dedem, sana emanet artık cennette. Beni izleyin ve gurur duyun. Her şey sizin için.
                Mekanınız cennet olsun ilk annem ve ilk babam.

                

1 Nisan 2014 Salı

KONUŞUN

                İnsanın içinde fırtınalar koparken neden susar? Konuşmaktan aciz olduğu için mi, konuşursam ağır konuşurum dediği için mi, anlatsam da anlamazlar dediği için mi, karşısındakini üzmemek için mi , yoksa susmak en iyi cevap dediği için mi?
                 Ne kadar süreceğini bilmediğimiz bu yaşamda herkesin söyleyecek en az bir cümlesi vardır. Olmalı da. İnsan aklı ve iradesi olan bir varlıktır. Ayrıca sabır denilen bir niteliğe sahip. Kimisinde az, kimisinde çok, ama var. Genellikle insanlar sabrının tükenmesini bekliyorlar konuşmak için. Sonra ne mi oluyor? Sabır taşı çatlayınca insanlar bütün köprüleri yıkabiliyorlar. Bu ne kadar doğru? Ya da beklemedin diyelim. Her şeyi anında söyledin. "Patavatsız", "şikayetçi", "memnuniyetsiz insan" yakıştırması yapılıyor sana. Sonuç ise ikisinde de aynı: eş dost kaybı. Bu çevren ile olan etkileşimi ve sonucu aslında. Peki ya vicdanınla olan çatışman? Onunla nasıl başa çıkıyorsun? Sussan, "acaba söylesem daha mı iyiydi, karışmalı mıydım?" diye için içini yerken, diğer yandan da söyleyince, "acaba kırdım mı, üzdüm mü? Keşke söylemeseydim." diye cümleleri çok sık duyuyoruz. Şimdi soruyorum: Her iki durum için de bir çözüm bulabildiniz mi? Bazılarınız "karışmam kardeşim ben, kendi işime bakarım." diyor galiba. "Sana anlatıyorum. Niye yardımcı olmuyorsun? Arkadaşım değil misin? Umursa lütfen beni." cümlelerini duydunuz mu? Peki sonuç? Söylemeyeceğim, siz tahmin ediyorsunuz sanırım.

                Ben mi ne yapıyorum? Ben konuşuyorum, hem de durmadan. Doğruca, dürüstçe... Kimse kaybetmiyor muyum? Kaybediyorum elbet. Sonuçta doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Ama doğruluğumla kazandıklarım da var. Sonuçta üç ya da beş günlük dünyada herkesi mutlu edemezsin, etmeye çalışsan bile sen mutluluğu yakalayamazsın. O veya bu temelli düşünmeyi bırak. Hayatını sen temelli kur. Tamamen bencil ol demiyorum, ama kendini düşünmeyi de ihmal etme diyorum. Dünya böyle biz ne yapalım? Konuşma konusunda tavsiyem ise şu: konuşun. kendinizi ifade edin. Ağzınız ve düşünebilme kabiliyetiniz boşuna değil. Ama 1000 dinleyip 100 çıkarım yapıp 10 düşünüp 1 söyleyin.