30 Eylül 2014 Salı

SUSUZLUK

Birkaç damla çarpar çatlamış yüreğine.
Bitti sanarsın yüreğinin kuraklığı.
Ağzını dayayıp beklersin bir damla aşkı,
"Hazırım." dersin.
Doldur içimi aşkın serinliğiyle.
Haykırmak istersin "seviyorum" diye
Avazın çıktığı kadar.
Ama, geriye tek sen kalırsın
Damağında aşkın tadıyla.
Susarsın ona her gün,
Yatağının ucundaki su gibi uzanmak istersin ona.
Boşluğu sarınca ellerin,
Kara bulutlar basar geniş gönlüne.
Sadece ona ayırdığın gönlüne...
Umutsuz günler kapında sıraya geçerken,
Sırtını sıvazlayacak bir dostun.
Sihirli sözcükleri söyleyecek fısıldayarak:
"Sağlık olsun."
Olsun da su olmadan sağlık nasıl olsun?

29 Eylül 2014 Pazartesi

DOSTLARIMA

Her gün elimi sıkan insanlardı
Dostlardı(!)
Zor durumda uzattığım eli boş görünce anladım
Gerçek dost o eli kilometrelerce öteden tutabilendi
Yüzüme ayrı sonradan arıydı o dostlar
Özü sözü bir ve yıllarca görüşmesek de tavrı değişmeyendi gerçek dost
O sahip olduklarım için yanımda değildi başkaları gibi
Ben olduğum için
Benim eksiklerimi bildiği ve kendisi kapattığı için dostumdu
Kendimi tanımadığım zamanlarda beni bana hatırlatan
Çocuksu davranışlarımı kaldıran
Ve Can Dündar'ın da dediği gibi en mahrem sırlarını açabilen
Bu gerçek dostlarım sayesinde tanıdım dostlarımı
İyi ki varsınız dostlarım
İyi ki varsınız gerçek dostlarım.

25 Eylül 2014 Perşembe

GÜÇ, YOL'İNSAN

  Kim güçlüdür bu dünyada? Güçlülüğün ölçüsü mü varmış, Martin Luther’in kilise duvarına astığı bildiri gibi bir şey mi var, herhangi bir zamanda yazılmış, herkes tarafından kabul edilmiş? Büyük balık mı küçük balıktan güçlüymüş, karıncayiyen mi karıncadan güçlüymüş; kalem kılıca göre mi güçlüymüş, kalabalıklar mı yalnıza göre güçlüymüş? Bu işin dengesi ne, nasıl bir şey bu güçlülük? Dünyadaki herkesin yaşadığını yaşamadan, evet ben gayet güçlüyüm diyemezsin. O zaman bu kıyas gücünü nereden alıyorsun? Hangi insan hangi insandan güçlüdür bilinir mi Allah aşkına?
  İleride roman yazarsam adı ‘yollar’ olacak. Mutlaka yollar olacak ki yolun gücünü göstermeliyim. Yollar hiçbir şeye benzemez. Üstünden milyonlarca araba geçer, altından türlü hayvan geçer; üstünden uçaklar, kuşlar geçer. Ama hepsi geçip gider. Yol yine kendisine kalır. Bir kaç park eden araba, bir kaç karınca yuvasından başka bir şeyi yoktur yolun. Ki o arabalar bile durmuyor artık, ya gidiyorlar ya da hurdaya çıkıyor. Yağmur yağar, güneş batar, misket oynayan çocuklar ezan okununca evlerine döner. Her neyse işte diyeceğim o ki, güzel bir yol emin ol güçlüdür. Felaketlere boyun eğmez. İnsanlar üstünden gelir geçer; gelmezler gelir, gitmezler gider. Yolun sesini kim duyar? Bu kadar şeyi başka ne çeker? Belki de ailesi ölen insan, öyle derler annen baban ölmeden büyümezsin diye. Allah sağlıklı, uzun ömür versin herkese. Sadede geleyim. Bütün bu çektiğine rağmen çukurlarına laf etmek, darlığına bahane bulmak, olmaz değil mi?
 Yanağındaki çukura baktığım gibi sen de yoldaki çukurlara bas; ne yola bir şey olur ne de bileğin burkulur. Sevinince üstünde zıp zıp zıpla, sinirlenince titret yolu, üzülürsen gözlerin buğulansın. Otur kaldırımına ağla, korktuğun zaman yol boyunca koş. O yolda yağmura yakalan hasta ol; yaşa yahu yaşa işte. Gel yolun ortasına doyasıya yaşa işte..
 

22 Eylül 2014 Pazartesi

HOŞ GELDİN BAHAR

     İşlemişim bir müstakbel vefasızı hayatımın her köşesine, nadide bir oya gibi. Sabırla, ilmik ilmik... Ona bağlamışım kendimi. Sarmaşık gibi sarmışım hayatımı zalimin etrafına. Nefesini nefesim yapmışım, damarlarımdaki kana adını koymuşum, hayallerimin tek mimarı yapmışım. Bilemezdim ki sarmaşık bir gün çürüyecek, oya bir yerinden sökülecek, nefesin gökyüzüne bensiz karışacak, hayallerim kabus olacak. Meğer  o kadar uzakmışsın ki bana... Yanımda oturan, elimi uzattığım, zihnimin bana yarattığı sevgilimmiş. Aslında var olmamışız. Sadece zahiri dünyada buluşmuşuz, evcilik oynamışız. Küçük bir oyun mu dersiniz rüya mı dersiniz? Bir kış mevsimiydi ağır fırtınalı, ağır faturalı. Şimdi vakit bahar. Şarkıda ne diyor:

     Bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç
     Çılgın gibi koşarak kırlara uzandın mı hiç  
     Bir his dolup içine uçuyorum sandın mı hiç
     Geçen günlere yazık yazık etmişsin gönül sen
     Öyle ise hiç sevmemiş sevilmemişsin gönül sen



Baharda, baharla her şey başkaymış. Hoş geldin baharım, ömürlük ol.

21 Eylül 2014 Pazar

BİR HÜZNÜN GÜNLÜĞÜ


Nefesimi tuttuğumu farkettim bugün
Zor olan anlarda, bir soluk eksikmişim meğer
Ve yakın oluyormuşum soğuğuna güz'ün...
Farkettim her iç çekişte dalışını gözlerimin,
Bir hudut seçip oraya yerleşiyor yüzüm,
Gittikçe içine giriyor daralan bir mengenenin...
Geçene kadar o hüznüm, üzüntüm
Nadasa bırakılıyor sanki tüm sistemim..
Yalnızken da hayal kuruyormuş gülüşlerim,
Dalsa da gözlerim, tükense de nefesim,
Öyle bir akşam, bana  bir şeyler hatırlatıyor;
Fonda ‘Gökyüzü bazen, ciğerime doluyor…’

18 Eylül 2014 Perşembe

KENDİNE İTİBARSIZ

  İkili koltuğa oturdu. İskambil kağıtları, kalan birkaç salkım üzüm, ucundan ısırılıp bırakılmış bir dilim karpuz, nereden geldiğini hatırlamadığı makasın arasından kumandayı bulup çıkardı. Kumandanın üstündeki yağ lekesini eliyle sildi, yirmi yediye bastı. Sonuna yetişebildi. Biraz izledi. Sesi açmayı denedi. Yağı silmek için geç kaldığı aşikar, sesi kısık izlemeye devam etti. İzlediğinin dört dakika kadar önce bittiğini fark etmedi.
  Kapattı. İskambilleri orada bıraktı. Üzümü dolaba koydu, karpuzu çöpe attı. Işıkları söndürmeyi ihmal etmedi.
  Yatağına girdi. Soğuk. Küçüklüğünü hatırladı. Ayaklarını yavaş yavaş, karıncadan bile yavaş, yorganın derinliğine ilerlettiğini hatırladı. Yavaş yavaş. Soğuk, daha az, ılık; soğuk, daha az, ılık…  Ayakları en son düz olunca, herkesten özgürdü. Artık her yer sıcak, her yer onundu. Soğuk yorgan imparatorluğuna karşı şanlı zafer! Zaferin ödülü derin uyku.
  Ayakları yorganın dışında sırt üstü yattı. Tavanda yıldızların olduğunu hayal etti. Yıldız imparatorluğuna karşı zafer kazanamıyordu. Yemin gibi bağlı kaldığı bir söz vardı bu zaferi engelleyen: Eğer karanlıkta kaybolursan yolunu bulmak için sakın yıldızlara bakma. Bir ağaca yaslan, uyu ve sabahın olmasını bekle.
Hayalini sildi. Tavan sadece tavan oldu. Soluna döndü, pencereden dışarı baktı. Yıldızları gördü. Gözünü kapattı, uyuyamadı.

15 Eylül 2014 Pazartesi

HEP BİZE

                Doğduk, büyüdük, öldük değil işte hayat.  İçini milyonlarca anı dolduruyor. Binlerce yaşanmışlık, yüzlerce kişi. Ne yazık ki hayatımızdaki olayları bir manav reyonundan limon seçer gibi seçemiyoruz. İster istemez çürükler de oluyor. Her saniyemi mutlu geçirmiş olsaydım zaten şu an bunları yazıyor olmazdım. Şarkı söyleyip ağlamayı hobi olarak edinmezdim. Kendime Özdemir Asaf'ı , Cemal Süreya'yı örnek almazdım. Eğer gördüklerimiz yaşadıklarımız, göreceklerimizin ve yaşayacaklarımızın teminatı ise gerçekten yandık. Bunlara rağmen hala nefes almaya devam edecek kadar cesaretliyiz ama. Cesaretli olmayıp da ne yapalım? Bu zamana kadar çok sıkıntı çektik diye hayallerimizi de satmadık ya? Hayallerimiz için nefes alırız biz de. Hani olacağından değil ama, ya olursa? Yürekten, şen bir kahkaha atmak için yüksek bir ihtimal bence. Bu yüzden kovalanmaya değerler. Hadi istediklerin oldu diyelim. Nefesin, ömür boyu kahkaha atacak kadar mı? Kesilecek bir gün, döneceksin başa benim gibi.

                Hayal kurmak, onlara ulaşmak için çabalamak ve ulaştığındaki gurur ve mutluluk, bunların hepsi güzel ama şu yanlış: Hayallerim gerçek olursa çok güzel olacak her şey. Yok öyle bir şey. Güzel olacak ama kısa bir süre.  Mutlu sonlar filmlerde ya da masallarda çünkü. Bir arkadaşım çok iyi özetler bunu, "Bütün bunlar hep bize abi hep bize.".

14 Eylül 2014 Pazar

KİMİZ?

Kimiz bu dünyada?
Rolümüz ne?
İyi?
Kötü?
Çirkin?
Hangimiz iyi?
Hepimiz…
Peki kötü olduğunu düşünen?
Hem de etrafta bu kadar kötü varken.
Yoksa biz miyiz kötü?
Herkesi kötü düşünürken kendimiz mi?
Aynada gördüğümüz kim?
Bir başkası mı?
Gördüğümüz ne aynadakinin gözlerinde?
Kimin için varız?
Peki ya kimin için yokuz
Ve asla olmayacağız?
Biz kimiz?
Kimiz bu dünyada?
Rolümüz ne?
Her akşam annemizin kollarında uyumak isteyip
Her sabah bir sefere çıkan bir savaşçı mı?
Ya da bir işe yaramaz?
Belki de bir soytarı…
Koca bir korkak belki de…
Hiç bir şeyden korkmadığını iddia eden
Koca bir korkak
En çok kendisinden korkan
Yapabileceklerinden korkan
Koca bir korkak…
Ne farkımız var
Sokakta yan yana yürüyen binlerce insandan?
Onlar biz
Biz onlar mıyız?
Milyonlarca insan
Tek bir dünya…
Kimiz bu dünyada?
İyi?
Kötü?
Çirkin?
Ya da her neyse işte…

13 Eylül 2014 Cumartesi

DEPREM-1

  Her ruhun bir mimari yapısı vardır. Kimisi koşullara daha elverişli,daha dayanıklıdır; kimisi de ne rüzgara gelir, ne yağmura ne de sele. Savrulur, uzanır yere sere serpe...
  Onunsa  sağlam temelleri yoktu besbelli. Yerinden ediyor, yerle bir etmeye yüz tutuyordu onu, genç bayanın en küçük bir hareketi. Hele ki her bakışı koskoca bir depremken, zayıf alt yapılı ruhu nasıl alt edecekti bu usul kıyameti ?

11 Eylül 2014 Perşembe

SICAK MEVSİMLER BİTTİ AMA YİNE DE CEBİMDE MEVSİM BİTER Mİ?

Şiirler
                                       yalnızdır. Şanslı olanları ise ikiz. Şair geçmişi
                                       unutmamak için tek şiirine ikiz yapar, taze
                                          nefes aldırır. Bunu yaparken kendisinden
                                                    çok nefes gitmiş olduğunu da hatırlar..
                                                                                             Hüzünlüdür..
                                                                                                                             

Sen de biliyorsun ki
En güzel renktir sarı.

Gideceğim şehir uzak
Olduğum ve olacağın bu şehre.
Bir sorum vardı,
Cevabı, gerçek.
Yaşattığı, masalsı bir büyü.
Bu kısmı anlamayanlar çoğunlukta.

İsmim yeterliydi.
Bir şey olmak zorunda değildim şu an
Acımasız planında..
Yanıldığının aksine eminim;
Mevsimlerin önünde duramayacağı
Aşılı bir elma ağacının toprağına
İlk yağmur damlaları.

Bozulmayacaksa bu emeklemeler
Cümleler okunsun şimdilik.
Kahverengiler sık çarpışana kadar
Hazır olsun yürekler..

9 Eylül 2014 Salı

BALÇOVA MI, KARŞIYAKA MI

     Hayır ondan bahsetmiyorum dedim.

    Gözüm Karşıyaka'ya takılıp kaldı ve körfez havası yumuşattı gönlümü, açtı önünü gözümün pınarlarının. Evet ondan bahsetmiyordum. İnsan mutlu anında nasıl hayal kırıklıklarından bahsetsin ki? "Ağlıyor musun?" dese "evet" diye cevap verirdim. Sebep mi?  Biraz hayal kırıklıklarım kaçtı gözüme. Neyse ki yanaklarımı silecek, yüzümü güldürecek hayat pınarım, kabus gibi körfez gecelerinde nefes aldıracak imbatım var. Onlar da olmasa tırnaklarımla kazıya kazıya bir yerlere varmaya çalıştığım hayatta ilerleyemezdim. Gönlümün yağmur ormanlarında boğulup kalırdım. Ummazdım akıp giden bir pınarın beni özgürlüğüme kavuşturacağını, başımdan aşağıya dökülüp beynime istiflediğim hatıraları arındıracağını. Ama hayat sürprizlerle doluymuş. Düşüren biri olduğu gibi kaldıran biri de mutlaka oluyormuş. Ya da eskilerin deyişiyle her inişin bir çıkışı var. Bu sefer ki çıkıştan düşmeyelim olur mu?
Kafamdan bunlar geçtikten sonra kendimce anlamlı bir şeyler söyledim:
     - Balçova'yı mı seçerdin, yoksa Karşıyaka'yı mı?

     
     Nasıl olsa bana fark etmeyecek böyle oturdukça.

7 Eylül 2014 Pazar

İÇSEL SAVAŞ

Eylülün kahverengi kokusu
Gözlerinden de koyuydu.
Önü arkası yoktu sessizliğin ;
Aldırmıyordu iç sesim,
Kulaklarım tek senle uğultuluydu...
Taze bir tutkuydu içimden gelen
Hazan mevsiminin tüm hüznüne rağmen
Dilediğimce yeniden doğabilirdim
Sonbaharı renklere boğabilirdim.
Akrebi olurdum yelkovanının,
İzini ağırca sürebilirdim.
Umursamazıydım bazen de zamanın,
Bugüne odaklıydı, senli saatlerim...
Bunları söylerken kendime az önce,
Koşsam da kağıda içimden gelince,
Yalanlıyordu zihnim, susuyordu ellerim.
Bu yüzden tutuk bazen,sana dair kalemim,
Yere düşen yaprak gibi, sararsa da iyice,
Kurumuşluğu geçecekti yine bahar gelince
Bu yüzden bu kez zihnimi geçti iç sesim
Kalbimse özgürdü ,sayfalarca yazabilirdim...



4 Eylül 2014 Perşembe

SON SAYIKLAMA

- Eve dönmeliyim. Buraya kadar çıkmamalıydım. Eve, eve dönmeliyim. Hayır, benim burada olmamam gerekirdi. Olamaz. Çok aştım sınırları. Olamaz. Ne yaptım ben? Hemen, hemen, hemen. Eve dönmeliyim. Hemen eve dönmeliyim. Eve.
- Kimle konuşuyorsun?
- Kimseyle.
- Kimle konuşuyorsun?
- Kimseyle.
- Kimle konuşuyorsun?
- Göremiyorum!
- Sakin olmalısın biraz.
- Eve, eve dönmeliyim. Çok geldim. Neredeyim ben? Burada olmamalıyım. Sen kimsin? Burada olmamalıydım. Evim nerede? Kimse yok mu? Sen kimsin? Eve dönmeliyim. Hemen. Yanlış yaptım. Evimde olmalıyım. Çok uzaktayım. Sen kimsin?
- Hayır, senin yerin burası.
- Hayır, yanılıyorsun. Benim gibi yanılıyorsun. Sen burada kal. Benim gitmem gerek. Sen kimsin? Evde olmalıydım. Burası güvende değil. Gitmem gerek. Eve. Hemen dönmeliyim. Yeter, sus artık. Sen kimsin? Bırak beni. Dönmeliyim. Sınırımın gerisine gitmeliyim.
- Gidemezsin oğlum. Gitme.
- Evet. Elbette, elbette. Gitmem gerek. Yanlış, burada olmam yanlış. Bırak beni. Rahat bırak beni. Sen kimsin? Sus artık. Bırak beni!
 Kadın, oğlunun başında ağlamaktan bitkin düşmüştü. Saatlerdir sayıklaması onun içini paramparça etmişti günlerdir. Kadın yıllarca anlatacaktı bu ölümü. Çocuğum ölüme ikna oldu. Ölümle konuştu. İkna edemedim, ölümü yenemedim. Oysa onun evi burasıydı, burası..

2 Eylül 2014 Salı

YAPRAK DÜŞSE ARTIK

               Taş duvarlarla çevrili avluda, eski dostum çınar ağacının altında, domates kasalarından yaptığım sandalyemsi bir şeyde oturuyorum. Bir yandan ağaçtaki rüzgar uğultusu, bir yandan yerde sürüklenen yaprakların sesi. Hoş değil belki ama bir de oturduğum şeyden gelen gıcırtılar... Arada yaşlılığın verdiği ağrılar yüzünden yükselen nidalarım yankılanıyor avluda. Ev boş olunca yankı yapıyormuş bunu anladım. Önceden evimde hep birlikte yaşardık, herkes birer birer gitmeden önce. Şimdi ise koca evi tek başıma doldurmaya çalışıyorum. Dünya bana küsmüş belki de haberim yok. Bir "of" çekip doğru düzgün yapamadığım kahvemden bir yudum alıyorum. Acı olmuş biraz. Kenara koyup içeri girdim, gramafona sevdiğim bir plağı yerleştirdim. Hafif cızırtılı ama Gülden Karaböcek'in sesi muazzam. Şarkısı da bir harika. Ayrı bir efkar basıyor bana. Eski günlerim bir bir geçiyor gözümün önünden. Bir iki damla düşüyor her seferinde, o da çınar ağacına bereket oluyor demek ki, büyüdükçe büyüyor hergele. Ama şarkıda da dediği gibi ağlıyorsam yaşıyorum. En sevdiğim kısmı da:  hayatım ağlatan bir roman gibi. Yaz deseler roman olur mu bilmem ama ağlatacağı kesin.

                Oturdum gıcırtılı tahtaya tekrar. Sırtımı dayadım eski dostuma. Şarkıyı mırıldanıyorum sessiz avlumda. Bir yaprak düşüyor tepeden. dalıp gidiyorum onu izlerken, istemsiz sıralanmış sorular ele geçiriyor aklımı. Erkendi bu ayrılık, daha sonbahara vardı. Yaprak da ağaca mı küsmüştü? Çocuklarım gibi, eşim gibi, o da mı? Ne olurdu şimdi kahvemi o yapsa, akşam yemeği için ocakta odun yaksak avluyu mis gibi kokular sarsa, ne olur şimdi şu kapı çalınsa da "Baba eski günler için geldik." diyenler olsa? En azından iki kadeh tokuşturacağım arkadaşlarım olsa? Fotoğraflar konuşmayı bıraksa, anılar hafızamdan uçup gitse? Her şeyi geçtim de şu yaprak hızlı düşse bari de soruların sonu gelse.