6 Mart 2015 Cuma

DONAKALAN AYRILIK

  Akşamüstü Bornova’daki iş yerinden çıkıp önce otobüsle metro durağına, oradan da Konak durağına gelirdi. Her gün tekrarlanan bu olay bugün başına büyük şeyler açacaktı. Çünkü kader en çok sıradanlaşmış şeylerde cana gelir, adeta virüsün insan vücudunda hayat bulması gibi hasta olduğunuzda anlayabilirdiniz. Siz buna ister Murphy kanunları, ister kader, ister tesadüf diyin; insan bir şeyi kafasından sildiği vakit, yahut silmeye yaklaştığında o silinen şey şimşeklerin çaktığı sağanak yağmurda yıldırım gibi can evinizin başına düşer. Eğer paratoneriniz varsa şanslısınızdır. Fakat güçsüz yapınız varsa işte o zaman işiniz zordur. Kaderin bir diğer oyunudur bu aslında. Yağmur yağarken herkes şimşek çakmasını duyar, bilir ve bunun gerçekleşmesini bekler. Fakat o kadar kilometrekare içinden sizin can evinize düşeceğini hesaplamazsınız. İşte bu yüzden ateş düştüğü yeri yakar, siz yananı görür ama yine de önemsemezsiniz.
 Konak istasyonundan en son vagondan inip aheste yürüyordu.Geçen iki yıl sonunda gençliğin çılgın heyecanından ayrılmış ve yaşadıklarından dolayı artık neşeli, her an her şeye gülüp mutlu olabilen şuh kadın gitmişti. Yerine ciddi ve takım elbiseli bir kadın gelmişti. Hayat gariptir. Sizi değiştirir. Artık okuduğu kitapların arasına Didem Madak’lı ayraçlar koyup çalıştığı masanın üstündeki kalemlikle masa takvimi arasına hemen bir bakışta rahatça görebileceği yere şu sözleri yazan bir insana dönüşmüştü:
 “Bazen kendimi korumak için sevimli bir kirpi gibi davranıyorum ama dikenlerim en çok bana batıyor.”

Topuklu ayakkabı acısı onun hızlı ilerlemesine izin vermiyor, zaten gerisinde kaldığı insanlarla arasındaki farkı artırıyordu. İstasyon görevlilerinin telsiz seslerinin anlaşılmazlığı arasında karşı tarafa tren geliyor ve duruyordu.
 Sağ tarafta bekleyin uyarısına uyan insanlar kendilerine ayrılan kısımda bekliyorlardı. En son insan merdivenin en yüksek yerinde adımını atıp kendi ayaklarını kullanarak ilerlemeye devam edecekken, o daha adımını yeni atıp kafasını şöyle yukarı kaldırmıştı ki, kaderin onu kıskaca almış bir halde olduğunu fark etti.
 Üniversite hayatlarının ilk yılından itibaren omzuna kafasını koyduğu, ellerinin her çizgisini, bakışlarındaki her anlamın ne demek olduğunu bildiği; onunla geçirdiği her saniye kalbinden başlayan sıcaklığın onun kalbine kadar giden adamı gördü. Dört yıllık sevginin ardından ayrılalı iki yıl olmuştu. Birbirlerini gördüler.
 Ölen insanların öldükleri anki bakışlarıyla hatırlanması gibi, ayrılık konuşmaları ve son bakışları aklına geldi. Siz buna yine istediğinizi diyin fakat ayrıldıkları kafede “Son Bakış” çalıyordu.Aslına Erdal Eren için yazılmış olsa da, bir eser insanlarla buluştuktan sonra halkın olur. O eseri dinlediğinde, okuduğunda ne hissettiriyorsa anlamı odur onun için.

“Aman yandım aman.
 Kurşun gibi izler
 Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda..”

 Bunları hatırladı, son kez elini tutup da af dilediği o anı. Fakat gururlu bir erkekti o, kendisini affetmeyeceğini biliyordu. Her şeye rağmen ikisinin de son lafıydı “Seni Seviyorum”
 Şimdi biri aşağı biri yukarı giderken yan yana oldukları o an, o anki bakışlar... Ayrıldıkları anki bakışla aynıydı her şey. Ve işte uzaklaşıyorlar birbirlerinden. Kızdan ani bir çığlık, ağlama sesi duyuldu, erkek yukarı doğru baktı.
 Her şey bir anda oldu. Kız ani bir hareketlenmeyle yürüyen merdiveni bitirdi ve diğer tarafa, inişe, geçti. Erkek bir an duraksadı. Merdiven yarılandı, erkek yürümeye başladı. Kız merdiveni bitirdi, erkeğin bindiği metronun kapısı kapandı. Kız donakaldı, erkek donakaldı. 
Tren durmadı, zaman durmadı.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumunuzu yazın gönderin, hakaret içermediği takdirde en kısa sürede yayınlayacağız. Anlayışınız için teşekkürler :)