26 Haziran 2014 Perşembe

KÖPEK

Hello, ıs there anybody in there?*1 Eve dönüyordu. Her zamanki gibi de müziğini dinliyordu. On dakika önce yağmış olan yağmur toprakta yarattığı taze kokusunu tekrar sergilemişti. Yoldaki küçük çukurlara dolmuş yağmurlara basmamaya çalışarak hafif hafif zıplayarak ilerlemekten zevk alıyordu. Ama bugün işyerinde çıkan tatsızlık canını sıkmıştı. I hear you’re feeling down*2 Patronundan azar işitmiş, cevap verememek içinde öfkenin birikmesine neden olmuş ve ona karşı olan bütün saygısı gitmişti. Can you show me where it hurts?*3 Asıl mesele patronu değildi aslında. Bu hayattan yorulmuştu bu genç yaşında. Sevdiği kızla da bu aralar arası bozuktu. ‘Güzel Kız’ diye seslenirdi ona hep. Birbirlerinin aynısıydılar. Belki de sıkıntı buradaydı: Fazla aynıydılar, biraz farklı olsalardı iyi olabilirdi. Onun yüzü aklına geldi, şimdi yanında olsaydı kendisine güzel sözler söyler, bu sinirini yumuşatırdı. Your lips move but I can’t hear what you’re sayin’.*4
  Çamura girdi, ayakkabısı çamur oldu ve içine su aldı. Bir anda sinirlendi, iki adım önündeki taşa var gücüyle vurdu. Taşın gittiği yeri görmek istedi. Ne kadar güçlü olduğunu görmeliydi, sadece kendisi değil patronu da görmeliydi, güzel kız da. Vurduğu taş gitti yerde yatan köpeğin sırtına çarptı. Köpek acıklı bir ses çıkarttı ve korkup koşarak uzaklaştı. Çok üzüldü, çok pişmandı. Olduğu yerde kaldı ve köpeğin gidişini izledi. This is not how I am.*5 Allah kahretsin! Hayatında ilk defa böyle bir şey yapmıştı. Bütün hayatı boyunca hayvanlara zarar verenlerden nefret eden, bu yüzden derneğe bile üye olup çalışmalara katılan o değil miydi? Sadece bu değil, bir insan olarak mükemmel olmaya çalışıyordu. Peki bu yaptığı saçma güç gösterisi de neyin nesiydi? Gücün hiçbir şey ifade etmediğini biliyordu. Gözünden yaş geldi. Screams, but you may feel a little sick*6
  Farkına vardı gerçeğin. Yaptıklarını düşündü. İyi niyetli, düşünceye yönelik, hiçbir bağnazlık taşımayan, empati yapmaya yönelik ve tüm kötülükleri atmaya çalışan beyniyle son zamanlarda yaptıklarına baktı. Gözünün önünden hayatının özeti geçti. Düşüncesi doğru, uygulaması eksik! There is no pain, you are receding. A distant ship’s smoke on the horizon.*7 Kötü! İyi! Gerçekten iyi! Hayat yine kendisini okkalı bir şekilde silkeleyip kendine getirdi. Ne zaman ‘yolundan çıksa’ hayat kendisine yardım ediyordu. Yardım da değildi bu aslında. Belki de hayat ona olan umudunu hala sürdüyordu. Ama gücü var mıydı? Yapabilir miydi? Bu zamana kadar fazlaca yoldan çıkıp girdiğine göre, bu bundan sonra da devam edecekti. Güzel kızı istemeden kıracak, onu üzecekti. Patronuna terslenecek, kiracısıyla para konusu yüzünden tartışacaktı… The child is grown, the dream is gone. I have become comfortably numb.*8
  Mesaj geldi. Şarkıyı durdurdu. Yıllardır dostu olan, kardeşten farksız olan M. atmış mesajı. Hayat onu dakikalar içinde ikinci kez yoluna yerleştirmeye niyetliydi.Mesajı okudu: Together we stand, divided we fall.*9

  Bütün yol boyunca M.’nin de yanında olduğunu unutmuştu. Öyle ya, ev arkadaşıydılar. Yolda yürürken o müzik dinler M. de telefonla konuşurdu.. Tamamen unutmuştu. Döndü, sarıldı kardeşine..

------------------------- o -------------------------

Şarkıları dinlemek isteyenlere not: 

Pink Floyd - Comfortably Numb (İlk 8 dipnot)
Pink Floyd - Hey You (9. dipnot)

1. Merhaba, orada biri var mı?
2. Duyduğuma göre iyi değilmişsin.
3. Bana nerenin acıdığını gösterebilir misin?
4. Dudakların kıpırdasa da duyamıyorum ne dediğini.
5. Bu ben değilim.
6. Çığlıklar, fakat kendini biraz kötü hissedeceksin.
7. Hiç acı yok, uzaklaşıyorsun. Ufukta kaybolan geminin dumanından.
8. O çocuk büyüdü ve rüya bitti. Rahatça uyuşmuş biri oldum.
9. Birlikte ayakta duruyoruz, dağılırsak düşeriz.
Çeviri Kaynağı : www.ceviri.alternatifim.com

24 Haziran 2014 Salı

ANLATILAMAYAN RESİM

                Niyazi Bey çocukluğundan beri aldığı eğitimlerle doğuştan gelen resim yeteneğini geliştirmiş ve sonunda uğruna okul bıraktığı sanatta, başarılı bir ressam olmuştu. Genç yaşına rağmen İstanbul'da tanınıyordu. Zamanın sanatçılarının toplandığı küçük kahvehanelerde saygı görüyordu.  İyi de para kazanıyordu ama o halkla iç içe yaşayabileceği bir mahallede yaşamına devam etmek istedi. Evinde de çok fazla eşya yoktu. Bir eski radyo, iki koltuk, iki yatak,iki sandalye bir masa... Evet, iki çünkü bir de yardımcısı var Niyazi Beyin. Rüştü Efendi... Ne için yardım ediyor derseniz de, Niyazi Bey onu sokağa yolluyor. Rüştü Efendi sokak sokak, park park gezip insanlarla konuşuyor ya da kalabalık bir meydana oturup insanları izliyor saatlerce. Sonra gelip Niyazi Bey'e anlatıyor şehrin insanlarının hikayelerini. Anlatırken  Niyazi Bey gözlerini kapatıp hayal eder  ve saatler sonra hayalini tuvale aktarmış olur. İnsan hayatları üzerine yaptığı tablolarla ünlenen Niyazi Bey hiç kendi hayatıyla ilgili resim yapmazdı. Hayatıyla ilgili de kimseye bir şey anlatmazdı. Sadece Rüştü Efendi ile iki günde bir çilingir sofrası kurardı. Türkülerle rakısını yudumlar dertleriyle birlikte yutardı, içine atardı. Bu yüzden erken yaşta yüzü soldu ve kırıştı. İçkiyi ve sigarayı bırakmak yerine yaşı ilerledikçe arttırıyordu. Rüştü Efendi karışmak istediğinde "Kaybedebileceğim neyim var ki hayatta? Bir sen varsın, iki üç fırçam ve boyam var. Bırak da üç kuruşluk zevkimiz olsun." derdi.
                Niyazi Bey'in tek zevki bu değildi elbet. Yaz gecelerinde balkonda oturup türkü mırıldanmayı severdi. İşte! Gelmişti yine yaz. Çiçekleri açmış yine Niyazi Bey'in ve cennet köşesi gibi bir balkonu olmuştu. Seviniyordu , çünkü Rüştü Efendi ile sabaha kadar sohbet edebilirdi balkonda. Bir akşam yine sofrayı hazırladı Niyazi Bey. Hem yemek yiyeceklerdi hem de Rüştü Efendi hikayeleri anlatacaktı. Ne var ki geç kalmıştı Rüştü Bey. "Acaba bir problem mi var, yoksa çok hikaye mi var?" diye düşündü Niyazi Bey. Oturdu bekledi. Yemekler soğudu, rakılar ısındı, sigara paketi bitti ama Rüştü Bey gelmedi. Evine gelen polis memuruna şaşırmış olacak ki pijamalarıyla gider Niyazi Bey, polislerin götürdüğü hastaneye. Rüştü Efendi aşırı sıcaklar nedeniyle, zaten var olan kalp hastalığıyla savaşıyordu. Koca yüreği çırpınıyordu. Doktorlar elinden gelen her şeyi yapmıştı ama yazılmışsa kaderde kaçış yolun olmuyor. Niyazi Bey yıkılmıştı, hayatındaki en değerli insandı. Dostunun üzerine bir avuç toprak atamadı. Yüreği izin vermedi. Herkes çekildikten sonra oturdu mezarın başına Niyazi Bey. Başladı konuşmaya:

- Sen de gittin ha? De fazla oldu. Zaten hayatımdaki tek dostum sendin. Şimdi o kutu gibi ev çok büyük gelecek gözüme. Masada karşımdaki sandalyeyi, bardağı ve tabağı boş gördükçe Tanrı'ya biraz daha kızacağım. Senden başkasını buladı mı? Şarkıları kimle söyleyeceğim? Hadi her şeyi boş verelim, resimler Rüştü? Resimleri nasıl yapacağım? Hikayeleri kim anlatacak bana? Bana "Bir kere de sen çık sokağa." diyeceksin ama yapamam ki. İnsanlara güvenmiyorum Rüştü. Neden mi? Yine başladık işte hayat hikayesi muhabbetine. Bu sefer iyi dinle Rüştü. Sana hiç anlatmadım çünkü bunun için iyi bir nedenim vardı. Ben çok küçük yaşta öksüz ve yetim kalmışım. Babam annemi öldürmüş. Sonra da kendini öldürmüş. Devlet de beni kimsesiz çocuklar yurduna yerleştirdi. Tanıdık geliyor mu Rüştü? Öğretmenlerimiz acımasızdı Rüştü. Ne acılar çektim, ne işkenceler gördüm. Bana meslek lisesi okutturmak istediler, resim malzemelerimi yaktılar. Yine de hayatıma ben karar verdim. Kaçtım. Nereye mi? Yurtta çalışmak istemeyen, yani yurttan kaçan, bir ablada. Hakkını ödeyemem. Bana çok şey öğretti. Yaptığı en büyük iyilik de kardeşimi buldum onun sayesinde. Yurttayken benim dosyamda görmüş kardeşimin olduğunu ve başka bir yurtta olduğunu. Anlattı bana, yardımcı oldu. Sonunda buldum onu. Hep korudum onu. "Hani başka kimsen yoktu." diyeceksin Rüştü, değil mi? E, tamam Rüştü. Yine yok senden başka kimse. Kardeşimden başka kimse... Kimse yoktu kardeşim. Bu yüzden çok ağladım gittiğine. Sonradan bulduğum kardeşim, ben erken ölürsem üzülme diye anlatmadım Rüştü. Şimdi ben yanıyorum üzüntüden. Huzur içinde yat kardeşim.

22 Haziran 2014 Pazar

DOSTUMUN HİKAYESİNE İTHAFEN

Yıllar sonra fırtınaya göğüs geren bir akşamda deniz kenarında gördüm seni...Yüzümüze  vuran sert damlalara inat çevirmedin yine bakışlarını.Üzerimden kalbime aktı, orada adını yazdı eskisi gibi bakışlarının buğusu. Hatırlattı yerini usulca. Öyle habersiz ve narin yaptı ki bunu, hiç silinmemişcesine alışkındım bu duyguya. Hep yazılı mıydı gerçekten orada adın? Cevapsızdım...Tıpkı senin gibi. Ama zaten her iz bırakan yazılı değil midir? Sadece zamanla üzeri buharlaşır ve kapanır gibi olur. İmzası olduğu gerçeğini değiştiremez ki...Bu arada, gece fışkırıyordu yine gözlerinden. Yine korkuttu karanlığından beni. İçimdeki yazı,baharı birden kış gecesine sürükledi. Onlar da dışarısı gibi kasvetli oldu birden. Sonra usulca yeniden kaçırdık bakışlarımızı. Açılan her yaranın kapanması zaman alır ama zamanı o almıştı artık.Dün de vardı o yaranın içinde, bugün de, yarın da...Hükmettiği için zamana, bu kadar zordu kapanması. Şimdi tutacak mısın elimden yoksa o karanlıkta tek başıma mı bırakacaksın yine? Çözümsüzlüğün labirentimdi.Her gün defalarca kaybolduğum ve bir o kadar da inatla baştan yola koyulduğum...Söylesene bilmediğin bir yerde hem de hiçbir şey göremiyorken yürüyebilir misin? Ben koştum...Dört nala koştum da yetişemedim değişken ruh haline. Her çözüm kolay olmaz diye içindeki koca dağları aştım,zor patikalardan geçtim, duvarları atladım. Bazen de yalpaladım. Ben yılmadım, sen yalnızdın. Davetkar her sözcüğüne inat yalnızdın. Geldim ama tercihini de yapmıştın. Sen yalnızlığa aldanmıştın... Kafamın içinde tüm bu sözcükler sıralanırken sadece yanından geçebildim. Hislerime yenik düşüp beklemezken seni, karşıma çıkıverdin. Yeniden soğuklar serptin içimin temmuz sıcağına. Şimdi adın belirdi yeniden, ve yeniden sordum...İçinin buzunu eritebilir miydim, belli ki çok yorgundun ?

20 Haziran 2014 Cuma

İNANDIM BEN


Orta şekerli kahveydi
Çayın demine sığınan anılar
İki sözcük arasına serpilmiştim
Sadece iki sözcük, detay yok
Doğum ve ölüm.

Tek bedendeydim başlarda
Gerçeklerin koynunda yatıp kalkıyordum
Her sabah farklı kokularda
Aynı hisle yeniden doğarak:
İhtiras.

Yoğun bekleyişlere kapalıydım
Matem görünce değişiyordum…
Hırçın, gözü pek.
Güçlüydüm, dağları deviriyordum
Olamaz dendi sonra bana
Sen insansın!

19 Haziran 2014 Perşembe

KORKULUĞUN BURNUNDA BUĞDAY KOKUSU VARKEN GÖZLERİNİ KÖR EDEN DOLUNAYA BAKIP İÇ ÇEKERSE

3

Zerafetinden ben sorumluyum bu gece,
Karşımda bütün görkeminle duruşundan.
Benim ne haddime bu yemin,
Vazgeçemememin nedeni ayrı bir kraliçe.

2

Gün ışığı boğuyor her seferinde,
Gecelerdedir bana sadece bir gün bakmayan.
Dört tarafım bir olmuş, uçsuz şairane,
Bana beklemeyi layık gören!

1

Tüm kışlar boyu vardı, kargalar ile kanım,
Gömleğimin yırtığını beyaz gösteren.
Baharın sıcaklığı alnında utangaç'ım.
Sen daha yokken seni seven ben..

0

Öyle cümleler yaz ki;
Aklımda sen/ben kalmasın..
Hatta öyle şeytanca yaz ki;
Kalbimde b'iz yansın..

18 Haziran 2014 Çarşamba

KALDIRIM

terk edip gittim kendimi
dört duvarın arasında.
bilmediğim bir yerdeyim şimdi
yalnızlık mı yoksa
ceketim mi ağır gelir omuzlarıma
koşuyorum karanlığa

sağanak dindi
girince ateşten bir sığınağa
alev alev yanıyor ruhum
kimin umrunda?
düşlerimi sırılsıklam eden
yağmurlar olmasın da

susadım
öylesine susadım ki
buz gibi bir aşka
içebilirim onu
herhangi bir kadının
dudaklarından kana kana

ama hazırım
elbet bitecek bir gün
yürüdüğüm bu kaldırım
geriye izler kalacak
yürürken bıraktığım

17 Haziran 2014 Salı

BUZUM

Saat ikiyi çeyrek geçe
Oturuyoruz kafadarlarla masada
Yuvarlıyorum buzu bardağıma
Dilimde yanık bir türkü
Doldurdu bütün kalbimi
Aynı anda öfkeyle ve aşkla
Adını anmadım bir daha
Zaten şarkılarım sendin
Yarım kalan şarkılarım
Söyleyemediğim şarkılarım
Yazacağım şarkılar
Her nağmede içi buran
Kelime kelime beni anlatan
Beni kahreden
Gözlerimi dolduran sendin
Ya da masamdaki rakımdın
İçtikçe içimi yakan
Üzerine soğuk su içtiğim
Emin değilim
Ya da buzdun
Rakımın tadını bozup da
Sadece kaybolup giden

16 Haziran 2014 Pazartesi

İZMİR'DE

Üzüntümü yalnızken yaşarım
Yalnızlığımı kalabalıklarda...
Kimi zaman omzumdaki bir dost elinde
Kimi zaman beş kuruş etmeyen bir adamın
Üç kuruş etmeyen sözlerinde yaşarım
Yalnızlığımı...
Üzüntümü yalnızken yaşarım
Yalnızlığımı kalabalıklarda...
Her köşe başında takım elbiseli,
Asık suratlı adamların olduğu sokaklar
Yuva olur yalnızlığıma.
Yalnızlığım üzüntüme yuva...
Üzüntümü yalnızken yaşarım
Yalnızlığımı kalabalıklarda...
Mutluluğumsa bambaşka.
Seninle...
İzmir’de...

14 Haziran 2014 Cumartesi

BULUTLARA İNAT GÜLÜMSEMELER

Zamansız bir gülüş,
Kıvrılışı yanakların...
Oysa tüm zamana ait,
Dün, bugün ve yarının.
Bir de bakışları sabit
Gözlerimi kısıyor ansızın.
Gülerken gözlerim yok,
Ona uçup konuyor belki
Zamansız oldu çok,
Bu telaş zamansız gibi...
Oysa neydi zaman ?
Gökyüzünün ısrarı...
Tüm erteleyişleri çağıran,
Bulutların uydurması...

13 Haziran 2014 Cuma

ADİL BEDEN

    Başa çıkmak ya da baştan çıkmak…
   Sabretmenin zorluğu biner omuzlarına. Ne bir adım ileri gidebilirsin ne de bir adım geri. Nefesinin içine dolarken soluk borunun çeperine çarpışı olur ya, ufunetler basar sana. Haksızlık böyle bir şey işte! Bir damla suyu esirger çöllere düşünce. Küçücük ışık süzmesini vermez sana zifiri karanlıkta. Avuçlarına yürümez kanın. Bileklerin sımsıkı olur; duyusunu kaybedersin elinin, ayaklarının. Gözlerin kapanacakken yeni şoklar iner retinalarına. Kaslarındaki kramplar sesini bile çıkarmana engel. Midenin ortasına kurulmuş soğan büyüklüğünde ağrı. Sonra yayar kokusunu önce karnına, oradan kalbine, bedenine… Tek kapsülle paçayı sıyıracağını sanarsın da hissizlik geçer önüne. Tıkanırsın.

   Adalet başka geceye kalır.

12 Haziran 2014 Perşembe

CİDDİ BİR ÖYKÜNÜN SONUNDA YER ALAN MASALDAKİ ÜÇÜNCÜ ELMA

Tek, derdi vardır gönlün
yarınlarla,
Doğrular içindeki; kişi, mekan, zaman!


Kişi için doğru diyor;
‘kader’ kahvesindeki dedikodular..
yoksa yalan mı?
gizli hayallere yağan karlarda yürüyen,
izini belli etmeyen bu ayaklar
bana doğru gelmiyor mu?
Yalan arkadaşım yalan,
Dedikodular doğrudur..


Düşünüyorum da ara sıra
- ara sıra dediğime bakma sen -
ben çok düşünürüm
- akıl yaşta değil baştadır demişler -
Benden ne Nizamülmülk olur; bilginin efendisi,
Ne Hayyam olur; aşkın, şarabın dostu...
Beni arada bırakmışlar zamanında
Ne cenneti gördüm ne cehennemi.
Sonrası mı?
Sen geliyorsun aklıma;
Umut, cennetin içinden çıkıp geliyor.
Mekanı da böylece hallediyoruz.


Devir iş devri, koşturma devri.
kırmızı yanıyorsa bekleyeceksin,
iznin yoksa başımla beraber..
Hele ki haziran yağmurları bitsin,
güllerin kokusu coşşun..
Zaman geçiyor geçtikçe, geçtikçe geçiyor zaman;
her şey senden geçiyor zaman geçtikçe...


Biri sana biri bana, gökten düşen üç elma mıydı?
Bendeki sana, sendeki bana mıydı?
Sus, kimse görmedi üçüncü elmayı
Biz paylaşacağız
bir küçük elmalı hayatı.

11 Haziran 2014 Çarşamba

YASAK


         yasak..
sana dokunmak..
yok yok o bir ödül zaten.
gözlerine bakmak asıl
         yasak...
aşkına meczup olmak
         yasak..
ilk kez yaşıyormuşum gibi bu duyguyu
   sanki,           sanki sana aşık olmak küstahlık
kalbe anlatılmaz ki söz
umarsız , bitkin, yılgın dinlerken gönül titreyişlerimi
sayıklıyorum sabaha varana kadar
        yasak...
zıkkımlanıyorum dibine kadar şişelerin
derdim mi büyük evvela yoksa içtiğim zıkkım mı tatlı
bilemem
ben zaten kendimi bilsem
düşmezdim yasak aşkın koynuna
                       

                     Nisan 2011

   Onur Doğaç DÜZCİ

10 Haziran 2014 Salı

ZAMAN

Yağmur cama vuruyor
Bütün hırsıyla, gürültüsüyle.
Eski radyoda en sevdiğim şarkılar...
Mırıldanıyorum hepsinde.
Saatimdeki kumlar dökülüyor
Çağlayan bir nehir gibi.
Sanki acelesi var!
Kum tanelerinden fazla
Aklımı meşgul eden şeyler.
Adaletsizlik değil mi bu?
Hangi adaletten bahsediyorsam?
Masallardaymış  mutlu sonlar.
Çocukluk inancıymış:
Kötüler hep kaybedenlerdir,
İyi insanlardır hep kazananlar.
Kazanan hep zaman olmuş,
Kum taneleri olmuş.
Yaptıklarına karşın insan dediğimiz yaratık
Sığınmış iki cam fanusa,
İki avuç kuma.
Görünce bir hüsran,
Ters çevir saati
Zaman olsun derman.
Zamanımız çok ya(!)
Hayatımın akışını bozan,
Nefesimi gırtlağımda tıkayan tortuları temizlesem...
Sonra bırak kumları.
Nasıl akarsa aksın.
İster bir gün daha aksın,
İsterse 40 yıl.

7 Haziran 2014 Cumartesi

İKİ ŞEHİR

İki ayrı şehirdik küçüğüm...
Her akşam içimizde aynı düğüm,
Aynı yıldızlara bakan,
Aynı göğe göz kırpan
İki ayrı şehir...
Sınırlarımız vardı küçüğüm
İkimizin içinde kördüğüm,
Kesin olmayan; ama bizi ayıran,
İçlerinde farklı insanlar barındıran
İki ayrı sınır...
Birbirine komşu iki şehirdik yani,
Yakın olsak da besledik mesafeyi
Geçemedi sınır ötesine hiçbirimiz,
Karışamadı sokaklarımız, olamadık 'biz'.
Caddelerimiz değil ama, kalplerimiz dehliz.
Yine de sevmiştik küçüğüm...Şimdi?
Bazı köşelerde artık sadece birer 'iz'...


5 Haziran 2014 Perşembe

DİLENCİNİN NUTUĞU

Garın ortasındaki bankı gözüne kestirdi. Hızını arttırırdı kimse oturmadan oturabilmek için. Yürürken de çevresine bakıyordu. Öyle büyük bir gar değildi burası. Bu ilçe için işgörürdü sadece. İstasyon daima hareketli olmasına rağmen yakından bakıldığında toplasan yirmi kişinin beklemekten sıkıldığı için bir o yana bir bu yana gitmesinden başka bir şey olmadığı görülebilirdi. Hep bir uğultu vardı bu garda; karşı taraftaki ağaçlıklarda yaşayan kuşların sesini bastırırdı.
 Saatine bakarken hedeflediği banka oturmayı başardı. Yanındaki, yıllardır kullanılmaktan kirlenmiş, büyük çantayı önemsemeden yere koydu. Saatine tekrar baktı; kaç dakika kaldığını hatırlayamadı. Şaşırdı kendisine. Yerdeki çantayı bacaklarının arasına koydu. İki dirseğini iki bacağının üstüne yerleştirip elleriyle yüzünü ovaladı.
  “Gideceğin yere haber ver evlat. Bineceğin tren uzun bir süre hareket edemeyecek.”
  Ellerini yüzünden kaldırmadan sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştı. Kulaklarına bakılırsa sağ tarafından geliyordu. Merakına yenik düştü ve o tarafa baktı. Dilenciyle göz göze geldi.
  “Efendim, anlayamadım?”
 Bal gibi anlamıştı oysa. Ama bir dilenci nasıl olur da böyle bir iddiada bulunabilir veya saatleri, gidecekleri yerleri, yolları belli olan bir düzenin karşısında durabilirdi? Zaman çok nasıl olsa. Merakını gidermesinde hiçbir sakınca yok.
  Dilenci, gözünü çekti ve tam karşısına kilitledi. Yolcu da onun baktığı yere baktı. Genç bir kız ayakta öylece duruyor. Simsiyah saçları ve siyah bir elbisesi var.
 “Bir haftadır sabahtan akşama kadar burada. Önce sen gibi bankta oturuyordu. Sonra garın ortasına doğru ilerledi. Orada beklemeye başladı. İki gün önce raylardan üç adım gerideydi. Bugün nerede olduğunu görüyorsun.”
 “ Bir adım geride.” Yolcu dilencinin etkisine girmişti. Onun dediklerini kaçırmaktan korkarak dinliyor ve bir sonraki cümlesini heyecan içinde bekliyordu.
 “ Kendini hazırlıyor. Ölüme kendini hazırlıyor. Ölüm… Ağızdan ne kadar çabuk çıkıyor değil mi evlat? Bak halime. Ölümden kaçmak için sefil bir halde dilencilik yapıyorum; ki daha iki sene öncesine kadar… İki sene. Her şey ağızdan ne kadar çabuk çıkıyor değil mi evlat?”
 Dilencinin her evlat diyişi sanki yeri titretiyor, başının döndürüyor, ağırlaşmasına neden oluyordu. Trenin gelmesine iki dakikadan az var dedi saati. Kalp atışları hızlandı. Ayağa kalktı.
 “ Onu kurtarmalıyız. Ölümüne göz yumamayız.”
 “ Otur yerine!” Bağırdı dilenci ama bu bağırış yakınlarındaki yaşlı bir çiftin haricindeki kimsenin dikkatini çekmedi. Yolcu oturdu yerine, dilencinin bütün söylediklerini harfiyen ve en yüksek hızda gerçekleştiriyordu; bunu da gerçekleştirdi.
 “ Ölecek ama. ”
 Tren göründü. Hızını yavaşlatarak gara geliyordu. Yolcu sanki bir film sahnesini ağır çekimde izliyor gibiydi. Bütün gördüğü şeyler yavaşlamıştı. Yerinden kımıldayamıyordu. Çünkü dilencinin sözleri buna izin vermiyordu.
  Tren gara girerken iyice yavaşladı, kızın önünden geçti ve gara tam sığacak şekilde durdu. Yolcu büyük bir şaşkınlıkla dilenciye baktı. Kızın trenin önüne atlayacağını düşünmüştü. Atlamamıştı ama. Dilencinin etkisinden kandırılmış olmanın verdiği hisle kurtulur gibi olmuştu. Dilenciye tam kızın ölmediğini söyleyip ona bağıracakken bakışlarının etkisine tekrar girdi ve dilencinin yaptığı gibi kıza çevirdi gözlerini. Kızın durduğu yerin tam önündeki kapı açıldı. Kız iki adım geri gitti. İnenlerin oluşturduğu kalabalık yolcunun dikkatini dağıttı. Kızı birkaç saniyeliğine gözden kaybetti.
  İnenler; gelenleri karşılayan sevgililer, anneler, akrabalar, arkadaşlar ve trene binecekler görevlerini yapınca ortalık tekrar sakinleşti. Kız aynı yerdeydi diye düşünmeye kalmadan kanlar içinde yere yığıldı. Yolcu şok içindeydi. Kim yapmıştı bunu, kim bıçaklamıştı? Yerinden hala kımıldayamıyordu. Dilenciye baktı.
  - Tesadüf olmalı..? Ha..? Nereden bilebilirdin ki yoksa?

  - Hayatı anlamak, hayata anlam vermekle aynı şey değil. Hayat tesadüf değil; dediklerim tesadüf değil, gördüklerin tesadüf değil. Sadece etki altına giriyorsun, koşullanıyorsun; bilemediğin, anlayamayacağın şeyleri düşünmeden kendine pay çıkartıyorsun ve gelip tesadüf diyorsun. Hayır! Hayatta tesadüflere yer yok. Sadece kaderin var. Kader, tesadüf dediklerinin tek ve gerçek annesi..

3 Haziran 2014 Salı

AV MEVSİMİ BİTTİ

                Harry,  Louisiana eyaletinde doğmuş ve büyümüş, aileden gelen istek üzerine bankada çalışmaya başlamış ve 42 yaşına kadar da halinden memnun olan birisi. Ailesinin önemi kelimelerle tarif edilemeyecek kadar büyük onun için. Çünkü büyük babası ve büyük annesiyle birlikte geniş dindar bir aile içinde büyümüş ve onlarla sayamayacağımız kadar ortak anısı bulunan birisi. Geleneksel aile kutlamalarını, yemeklerini, toplantılarını, av gezintilerini ve hatta pazar ayinlerini hiç kaçırmazdı Harry. Bazı alışkanlıklarını ve hobilerini çocukken kazanmıştı. Geyik avlama gibi.
                Harry, Jane ile evlendikten sonra ve bankada terfi edilmesi üzerine sorumlulukları artmıştı. Sorumluluklarının artmasına karşın dinlenip hobileriyle uğraşabileceği zaman azalmıştı. Son bir yıl içinde de hemen hemen hiç boş zamanı olmamıştı. Bu durum ailesini rahatsız ediyordu. Özellikle Jane bu durumdan hiç hoşlanmıyordu. Ailesinin dışında siniri bozulan birisi vardı: Charles. Charles Harry'nin bankada tanıştığı ve şu an en yakın arkadaşı olan kişiydi. Harry terfi edilmeden önce ikisi de aynı büroda çalışıyorlardı. Her yıl av sezonu açıldığında iki yakın arkadaş ormana geyik avlamaya giderdi. Şimdi ise yoğunluktan dolayı bu sene avlanmaya gidip gidemeyeceği belli değildi. Bu yetmezmiş gibi Harry ve Jane Howman'ın evinde sinirler gerilmişti, iş yoğunluğu nedeniyle.
                Gerçekten canı çok sıkılan ve tek çareyi bu avlanma sezonunu kaçırmamak olduğunu düşünen Harry ani bir kararla Berwick kasabası yakınındaki avlanma alanına gider. Arkadaşını aramıştır ama Charles ona gelemeyeceğini söylemiştir. Avlanma alanına yalnız giden Harry, alan sorumlusuyla artık arkadaş gibi olduğu için, arabasıyla geçerken selam verir ve alanın içine doğru ilerler. Ormanın içine girdikten sonra iki el ateş edilir ve ses her yerde yankılanır. Aslında bu bölge için normal bir durum, bu yüzden kimse olumsuz bir şey düşünmez. Ta ki başka bir avcı Harry'nin ağaca çarpmış arabasını görene kadar. Avcı hemen arabanın yanına gider yardım için ama direksiyona yaslanmış cansız bedeni görünce polisi aramaya karar verir. Dakikalar sonra polis olay yerine gelip incelemelere başlar. Tüfekle iki el ateş edildiğini ve ağaca çarpma nedeninin, Harry'nin gaz pedalına basarken vurulmuş olmasıyla açıkladı. İlk düşünülen avlanan birisinin yanlışlıkla onu vurduğuydu. Ama cinayet de olabilirdi. Bu yüzden arabanın  kırık arka camı, koltuk kafalığındaki delikleri ve kurşunun kafasına giriş noktalarını birleştiren polis , ateş edilme açısını tespit ettikten sonra mermi kovanlarını aramaya koyulur. Ama bir tane bile bulamazlar. Temizlenmiş alan bu soruşturmayı cinayet başlığı altına sokuyordu. Polis görgü tanığı aramaya başladı ve sadece bir kişi bulabildi. O kişi çok uzakta olduğu için göremediğini sadece tüfeğinin çok parladığını, belki kaplama olabileceğini söyler. Polis için yetersizdir bu bilgi. Harry'nin ailesi, Jane ve avlanama alanı sorumlusu sorgulanır. Bilinmesi gereken bir bilgi söyleyemediler. Polis raporlarına geçen iki not vardı: 1- Avlanma alanı sorumlusu Harry'nin ilk kez Charles olmadan geldiğini söyledi. 2-Jane eşi ölen birine göre anormal bir şekilde çok sakindi. İkinci sorgu aşamasında sadece Jane ve Charles sorgulandı. Jane'e garip davranışları ile ilgili soru sorulduğunda, eşini artık sevmediğini zaten boşanmak istediğini söyler ve kanıt olarak da tartışmalarını anlatır. Charles ise Hasta olduğu için işe geç gittiğini bu yüzden arkadaşına eşlik etmediğini söyler ve o gün tarihli verilmiş raporunu da kanıt olarak gösterir. Soruşturma sıkışmış gibi görünüyordu. Daha iyi olay yeri incelemesi yapmak için alanın giriş ve çıkışlarını kapatan dedektifler mermi kovanlarının nerede olabileceği hakkında konuşurken, giriş kapısından korna sesi yükselir. Kontrol amaçlı giden polis memuru yaşlı bir avcı çift görür. Kapalı olduğunu söyleyip, gelen soru üzerine nedenini anlatır. Polis memurunun kullandığı tek kelime olay için büyük önem taşıyordu: "kaplama tüfek". Yaşlı çift bu tüfeğe sahip adamı şans eseri görmüştü. Yüzünü pek hatırlayamayan çiftin söylediği ipucu ise:"Sağ kolunda hac dövmesi vardı.". Polise dövmenin tarifini alan polis araştırmaları yoğunlaştırır. Sorgulamaları yapan dedektif, Charles'ın aynı dövmeye sahip olduğunu söyler. Bunu üzerine Charles tekrar sorgulanır. Dövmenin çok yaygın bir model olduğunu, kendisinin olmadığını, isterlerse evini arayabileceklerini söyler. Rahat gözükmek için yem atmıştır ama maalesef polis bu yeme aldanmayıp Charles'ın evinde detaylı bir araştırma yapar. Toplamda 4 tüfek bulurlar, ki birisi evin en gizli yerine saklanmış, eski şömine bacasına. Laboratuvar incelemelerine göre meşhur altın kaplama tüfek gizli yerden çıkan tüfekti ve mermi analizleri tutuyordu. İnceleme sonuçları Charles'a söylendiğinde ise Charles'ın gözleri dolmuş ve ağlamaya başlamıştı. İnkar etmeden, dindar bir kişi olduğunu ve vicdan azabı duyduğunu söyleyip öldürdüğünü kabul etti. İşin detayları daha da korkunçtu. Hastane raporu sahteydi. Dahası  da var. Jane ve Charles'ın gizli bir ilişkisi vardı. Birlikte olabilmeleri için Harry'nin öldürülmesi gerekiyordu. Bunu çok önce yapabilirlerdi ama ikisinin de kaçmak için yeterli para yoktu. Para bulmanın en iyi yolu ise Harry öldüğünde sigorta şirketinin Jane'e yapacağı 2 milyon dolarlık ödemeydi. Tabii kaza sonucu ölürse Harry. Nitekim de kaza ile vuruldu durumunu yansıtmaya çalıştılar. Yani av sezonu hedef için doğru zamandı. Kaza kurşunu gelebilirdi. İşten dolayı avlanmaya gidemeyecek olan Harry'nin fikrini değiştiren ise Jane olmuştu, gereksiz tartışma çıkarmalarıyla.
                Yargılanma sonucu ikisi de ömür boyu hapis cezasını çarptırılırken Harry ailesiyle birlikte son kez pazar ayinine katılıyordu, tabutun içinde.

2 Haziran 2014 Pazartesi

YANLIŞSIN

Karanlıkta herkes kalır.
Sen hiç yalnız kaldın mı?
Kalbinin atışını duydun mu hiç?
Akciğerlerinin şarkısını dinledin mi?
Bir gözün diğerini görmek istedi mi hiç?
Odanın tavanı daha büyük
Ya da daha kalabalık geldi mi?
Geçmişteki hatalarını düşünüp
Geleceğini hayal ettiğin oldu mu uzun uzun?
Ya da sesini unuttuğun için
Öylesine
Ve kendi kendine
Konuştuğun oldu mu?
Cevapların olumsuz mu?
Ama yalnızsın öyle mi?
Yanlışsın.