31 Mayıs 2014 Cumartesi

ÖZGÜRSÜN ÇOCUK

Odasına göz kırpan güneşi kıskandı çocuk...
Rahatça süzülüşünü karanlığı delerek,
Onun gibi olmak istedi imrenerek.
Denizlere aşık eden yakamozu kıskandı çocuk...
Sevgililerin yorulunca dinginliği bulduğu,
Sarılıp ona bakınca her şeyi unuttuğu.
Kanatlarıyla göğü okşayan kuşu kıskandı çocuk...
İstediği bulutu menzil seçip gittiği,
Kötülükleri mavilere boğup, beslemeliydi düşlerini.
Bazen bir uçurtmanın uzaklardan gülümseyişi,
Bazen de teknenin denizle sevişmesi
Toprağın suyla buluşması da olmak istedi...
Üzülme çocuk!
Hepsindeki özgürlüğü bulacaksın.
Küçücük ellerini koy sol göğsüne duyacaksın,
O ritimde tadacaksın yaşamın gerçekliğini
Unutma çocuk!
Görmesen de hisset hür olmanın tazeliğini...

30 Mayıs 2014 Cuma

29 Mayıs 2014 Perşembe

TOZLU RAFLARA KALDIRILMADAN ÖNCEKİ SON ÇIKIŞ

Duruşuyla bilmece
Çözemez son bir hece.
Sorularla bir katil;
Arkadaş değil gece.


Sertifikası Dolunay’dan huzur
Kaderimin üstünde kokusu ile gül.


Her mısran tek bir ölüm
Ölüm, ayna arkası.
Kırdı hayat kargası
Hiç bakma, tek bir zulüm.


Saf bir çocuğun yüzünde sor beni
Yalnızlığın yanaşımı iz bulur.


Karışır arkadaşlık
Davetsiz yüz bulurken.
Seyredur açma gözün’
Gözün rengi terk eder.


Yokluğunda Asya kadar benzersiz;
Varlığında seni saklar tarihi.


Bitap düşer matmazel,
Akarsa gözünden hayel.
Gelir tutar, kıyamaz
Gönül sana uslanmaz.


Susadıkça, duydukça, üzüldükçe
Seviyorum, ikinci mısralar gibi.


Her uykudan önceki
Dua sonunda oku.
İste beni Allah’tan

Bul sırrı; baştan oku..

27 Mayıs 2014 Salı

KARAR VER

Severken kendini kaybetmek mi aşk,
Yoksa uğruna her şeyini kaybedip
Ona değer demek mi?
"Git" demek mi kolay olan,
Kal demek mi zor olan?
Kararsızlıklar, çaresizlikler,
Başımda bekleyen akbabalar
En kötü kararımı bile vermemi ummayan.
Bende mi yanlış, sende mi?
En acısı sorgulamanın:
"Ben mi çok doğruydum?"
Üç saniyeye iki tebessüm sığdırabilecekken
Dolduruyor film şeridimiz hafızamı.
Ağlayarak kaçar mıyım hafızamdan,
Derine inip seninle anılarda mı gülerim?
Anıları seçtim yine,
Geçmiş çukuruna ayaklarımdan çeken anıları.
Şimdi son kez bu anılarlayım.
Terk edeceğim onları,
Kütüphanede unutulmuş sarı tozlu sayfalar gibi.
"Unutulmuş" ya da "Eski" olacak isimleri.
Ama son kez,
Yerimizdeyim sevgilim.
İskelede...
Önümde bir ucundan tutuşmaya başlamış,
Dudaklarının kırmızısı gökyüzü...
Arkamda gözlerin mavisi...
Önümde tuzlu dalgalar,
Nemli rüzgarlar...
Çarpıyor yüzüme nefesin gibi,
Arkamdan buz soğuk çarpıyor.
Doğa ana bile kararsız.
Ya kavur buğday bedenimi
Tuzunla, güneşinle;
Ya da titret beni ayazınla.
Ama karar ver.
N'olur.
Bari sen karar ver,
En kötü kararın olsa bile.
Ya al beni toprağına,
Ya da çıkar beni gökyüzüne mutluluktan.
Yeter ki arafta bırakıp
Uğratma iskeleye,
Hatırlatma bana
Kırmızı dudaklardan tattığım tuzunun tadını.
Başka tatlar koy gönül soframa.
Ya da kurak bırak beni.
Yeter ki ya hep ya hiç olsun.
Ben gri sevmem.

26 Mayıs 2014 Pazartesi

DOLUNAY

Dolunay…İşte yine orda ve o yine farkında,biliyorum.Otobüsün camından dolunayı izlerken sevdiğini,ailesini,geleceğini,dostlarını,hayallerini,planlarını düşünüyor.Bunu da biliyorum.Dolunayı bilmezdim ama daha önceleri,ilgimi çekmezdi pek. Bana o göstermişti ilk.Onun kadar olmasa da etkilenmiştim.Simsiyah bir gece,kapkaranlık bir gökyüzü ve etrafını aydınlatan bir ay.Tıpkı onun gibi,onun kalbi gibi.O da öyle dolunay gibi;sahte ve kalbi çamurlaşmış insanlarla dolu bu hayatta eğriyi doğruyu gösteren yeri gelince dost yeri gelince düşman olabilen apayrı bir insan.Onun şansına sanırım uzun zaman sonra görüşeceğimiz gecede dolunay olması.Ya da belki bizim şansımıza.Çok şey değişti görüşmeyeli.Bir bizi değiştiremedi geçen zaman.Belki de bunun şerefine.Belki de tamamıyla tesadüf?Hayat da böyle değil midir zaten?Ne dersin ustam?
Oturduk,konuştuk,dertleştik.Sohbetler birbirini kovaladı.Sürekli kestik birbirimizin sözlerini. Çok şey vardı anlatacak ve o da ben de sabırsızdık.Bir an önce atmalıydık kafamızdaki bu zehirleri. Sürekli kestik birbirimizin sözlerini.Buna rağmen eksiksiz anladık birbirimizi.Oturduk bir yerde çay içtik.Her gün herhangi birileriyle oturduğum yerde.Bir şey farklıydı.Daha huzurluydu orası sanki. Kuşlar cıvıldıyordu.Duymamıştım,fark etmemiştim daha önce.Bir ardıç kuşu muydu yoksa o?Bir şeyler farklıydı.Daha huzurluydu,daha delikanlı,daha dost,daha sırdaştı orası sanki.Daha düşünceliydi mesela en düşüncelisinden bile.
                Kısa sürdü.Pek bir şey anlayamadan bitti.Bir dolmuşa bindi Güvenpark’tan ve gitti.Güzel olan her şey gibi kısa sürdü.Güzel olan her şey kısa sürmez aslında.Bir istisna vardır.Bir şey vardır güzel olup da ölümsüz olan.Kardeşliğimiz…İyi ki varsın la…
                                                                      Can dostuma

24 Mayıs 2014 Cumartesi

GEL



Gittikçe sana benziyor sabahlar,
Senli birer anı şimdi, senden izler seziyorum ansızın.
Aklımdan gözlerime düşüyor, dolaştığımız sokaklar,
Canlanıyor, dili açılıyor kaldırımların.
Bir günbatımı kadar narin şimdi gözlerim,
Dokunsan kaçacak güneşi, ışığı kaçacak bilirim
Az süreli gülüyor, sonra iç çekiyor ciğerlerim
Tüm hava içine dolacak bir gün diye tediriginim...
Geleceksen gece gel, sabahlar zaten sensin,
Geceler karanlık ama, aydınlatabilirsin.
Düşünme geç vakit oldu diye, sana açık hep kapım,
Oturup bir çay içer, belki de soluklanırsın,
Sonra konuşuruz sessizken, yankılanır senin sesin,
Geleceksen gece gel, sabahlar zaten sensin !

22 Mayıs 2014 Perşembe

ARDIÇ KUŞU

    Akşamüstünün getirdiği serin havanın mayhoşluğuna kapılmış, anıların huzuru içinde, adeta rüzgarla dans eden iki kuş gibi mutluydular. Konuşmaları sohbetin başındaki dağınıklıktan çok uzaktaydı. Artık sırayla ve sakin konuşup birbirlerini dinleyeceklerdi. Ya da birbirlerine öyle hissettiriyorlardı. Uzun kahkahaların atıldığı geçmişin elinden alınan son anı da dinlenilmişti. Uzun bir sessizliğe ihtiyaç duydular. Bu sessizlik arasında önlerindeki, baharın taze meyvelerini keyifle yiyorlardı. Hatta yazın ilk karpuzu bile vardı. Daha vakti var gibisinden birkaç cümle duyuldu. Kısa süreli daha bir sessizliğin ardından küçük bir komşunun sesi duyuldu. Ardıç kuşu! İkisi de gülümsedi. Balkondaki küçük yuvasından sıkılıp şu an sessizlik olsa da az önceki kahkahaların yarattığı güzel etkiyi sezip gelmiş olmalıydı. Ardıç kuşu C. ye baktı. Galiba onun konuşmasını istiyordu. Kendine has şakımasını sürdürüp sustu. C:
  - Yaralı halde bulmuştum bu güzelliği, iyileştirdim. Birbirimize yoldaşız şimdi,dedi.
  - Vayy, çok iyi yapmışsın, dedi.
  - Hatırlıyor musun bundan beş sene öncesini?
  - Neyi hatırlatacağına bağlı, dedi ve ikisi de biraz gülümsedi.
  - İlk aşık olduğum zamanları. Sana her gün dert yandığım günleri..
  - Hatırlamam mı be kardeşim. Ben de sana dert yanıyordum.
C. kafasını salladı: “O zamanlar kağıda karalamıştım bir şeyler. Geçen gün cüzdanımda onu buldum. Aklımdan tamamen uçup gitmiş. Aklıma geldi o günkü günler.” D.:” E oku madem de dinleyip hatırlayalım.”
   - “Yaşamak için derin bir nefes alırsın, tutarsın onu içinde; çok yukarıdan atlarsın suyun içine. Beklersin beklersin… Bir süre sonra yaşamak için aldığın nefes ciğerlerini bastırır, kalbini sıkıştırır. Vermek istersin. Ama veremezsin. Yukarı da çıkamazsın, çok derine batmışsındır. Umutların bitmek üzeredir karanlık sularda, çırpınırsın ama boşuna. Su seni yukarı çıkarmak istemeze, güneş seni ısıtmak istemezse ne gelir elden boğulmaktan başka..? Ya da tutarsın nefesini. Tam atlayacakken arkandan bir ses gelir: “Dur!” Dönüp bakarsın arkana. Görürsün onun parlayan yüzünü. Gelmiştir yanına beklediğin, sevdiğin.. Koşarsın yanına, vermeyi unutup da içinde sakladığın nefesinle. Sarılırsın… Tam boğulmak üzereyken kulağına fısıldarsın o nefesle: “Seni seviyorum…” Rahatlarsın. Yaşamaya devam edeceksindir. Hem de aldığın her yeni nefeste onun saçlarının kokusu ile…”
   - Hatı…
 Ardıç kuşu müthiş bir neşeyle ötmeye başladı tekrar. D. sözünü kesen bu güzel kuşa şöyle ters ters  baktı şakasına. Sonra döndü C. ye baktı. Gülümsediler. Son on yılın bütün yüklerini birbirlerine anlatıp, beraber ayakta kalmışlardı. Birbirlerinin can dostuydular.
  Ardıç kuşu sustu, D. sözünü tamamlamak için başladı söze:  
 - Hatırlayamadım be kardeşim.. Ama o zamanki komik durumumuz gün gibi aklımda.
 - O gün zordu ama. Şimdi büyüdük de komik oldu. Hem ondan sonra tekrar aşık olduk, şimdi ikimizin de yanında dünyanın en güzel iki insanı var?
 - O zamanlar nereden bilebilirdik ki? dedi D.  “Peki sen bunu hatırlıyor musun? Ben derdim ki hep zamana bırakmak lazım, sense tam tersine mücadele etmeyi seçtin. Sen sürekli kafana taktın, üzüldün; bense hiç oralı olmadım, yaşamama baktım..”
- Sonuç bu işte, dedi güldü. Devam etti: “Kim haklı çıktı o zaman? Kader senin karşına çıkardı, kazandın; ben iki sene mücadele ettim kazandım.”
- Bilmiyorum kardeşim. Belki de karşıdaki güzel kuşun dedikleri doğrudur.. Kim bilir ne diyor?
 Ardıç kuşuna söz hakkı doğmuştu. Bu fırsatı kaçırmadı ve başladı yine ötmeye.. Sözünü bitirince karpuza küçük gagasını soktu, biraz suyundan içti bir de karpuzun çekirdeğini attı ağzına ve yuvasına döndü..

20 Mayıs 2014 Salı

TREN ÇIĞLIKLARI

Yağan kar dokunuyor tenime.
Pamuk gibi...
Sen gibi...
Bulutlar sıkıştırdı yeryüzünü,
Ayrıca beni, ama bir başka.
Aklımda bir sen,
Bir şiirim,
Bir de içimdeki hasret...
Boşluk kaldı senden emanet.
Kar bastım.
Doldurmadı, yetmedi.
Söndürmedi hasret yangınını.
Tren geliyor ıslıklarıyla.
Bana göre çığlıklarıydı.
Senin çığlıklarındı,
Beni bırakıp melek olurken.
Ayaklarım boşluğun ucunda.
Dilimde bizim şarkımız.
Kafamda tek soru:
Düşersem çığlıklı soğuk metalin önüne,
Alır mısın beni yanına meleğim?

19 Mayıs 2014 Pazartesi

SON DEFA

    Birazdan gidecekti yine.Mesaisine geç kalmamalıydı.Eşi atıştırmalık bir şeyler hazırlıyordu o oğlunu severken.”Haydi hanım,geç kalıyorum.” dedi.Eşi hızlı adımlarla geldi,suyunu ve hazırladığı ekmek arasını koydu çantasına.Oğlunun başını okşadı,öptü eşini her zaman ki gibi.Bilemedi son öpüşü olduğunu,bilemedi oğlunu son sevişi olduğunu.Baretindeki ışıkla oğlunun alnındaki ışığı yakıyordu.Tek isteği onun okumasıydı.Okuyup büyük adam olacak,ona bakacaktı.Emeklerinin karşılığını o zaman alacaktı.İşi zordu,çok zor.Ama ailesi için katlanıyordu,mecburdu.
                Yine başlamıştı mesaisi.Yine gidiyordu o karanlığa.Küçükken karanlıktan çok korkardı halbuki. Şimdi ne korkusu vardı ne de utanç.Nazım Hikmet’in dediği gibi yüz karası değildi yaptığı,kömür karasıydı.Böyle kazanıyordu ekmek parasını.Böyle götürüyordu evine iki ekmek,bir yoğurt.Böyle alıyordu oğlunun defterini,kalemini.
                Bu defa dönememişti ama.O iki ekmek,bir yoğurt gelmemişti bu defa.Eşi yollarını bekliyordu yine.Ama bu defa gözünde yaşlarla.Eşinden haber alamıyordu.Yaşıyor muydu?Vefat mı etmişti?Oğlu “Anne babam nerde?” diye sordukça ona bir şey diyemiyordu.”Gelecek oğlum şimdi baban,gelecek…”
Ama gelemedi.Bir kez daha sevemedi oğlunu,okşayamadı o güzelim başını.
                Tüm Türkiye onları konuşuyordu sosyal medyada…Kimi siyaset yapıyordu onların üzerinden,kimi bunun cinayet olduğunu söylüyordu…Kimi de unutmayacağız,unutturmayacağız mesajı veriyordu paylaşımlarıyla.Acı gününde bile birbirine girmeyi başarıyordu Türk halkı.Herkes unutmayacaklarını söylüyordu.Evet unutmadılar.3 gün sonra paylaşımları:
ATLETICO ŞAMPİYON…





17 Mayıs 2014 Cumartesi

O ÇOCUKLARIN RÜYASI

O ÇOÇUKLARIN RÜYASI

Burası çok karanlık baba, göremiyorum
Yankı yapıyor sesin, anlayamıyorum ne dediğini
Kıpırdama yorulursun, seni kurtarmaya geliyorum
Son olsa bile yanına geleyim, kapatma gözlerini.
Ver ellerini…
Küçücük bedenimle var gücümle çekip kurtarayım,
İzin ver bir kez daha doyasıya sarılayım.
Sahi, nefes olabilir miyim sana dersin?
Al, nefesim bedeninde can bulsun…
Kapkaradır yine her yerin, kanlanmıştır gözlerin,
Bırak sileyim baba, ama yanlış anlama
Ben seni böyle seviyorum, emek kokan karalarınla
Gör beni diye sileyim, bak diye yavrucuğuna,
Hasretsindir, görememe telaşı sarmıştır bir daha.
Çok mu yerin dibindesin baba?
Olsun, dert etme ineceğim yanına hemen !
Ama çok merak ettim, söylemiyorlar bana,
Asıl yerin dibinde olması gerekenler yerine, niye sen?
Neyse baba, şimdi sadece seni hissetmek istiyorum
Bunları hep soracağım, az daha uzasın boyum
Küçüksün daha diyorlar, ama çok bitap ruhum
Baba söylemedim, bilmiyorlar, ama çok korkuyorum
Ya açsa karnın, acıyorsa bir yerin ?
Sana yemek getirdim, çıkar çıkmaz yersin.
Annem de burada bak, seni bekliyor baba
Her gün korkuyordum ama, bu seferki çok başka
Ne olur gitme, ben  o helal ekmekle tokum
Başka bir şey istemem, bağlanır  elim kolum
Baba niye susuyorsun, borçların mı derdin?
Üzülme hadi ses ver, ben de çalışırım, ödersin.
Kurtarın can parçamı, yandı  kömürler kalbimde
Düğümlendi boğazım, giremedim içeriye
Ben olsam hayat bulacaktı belki  kapkara bedenin…
Ulaşamadım sana baba, kapandı tüm ışıklarım
Bundan sonra simsiyahım, yaram çok derin !




Şimdi her gün rüyalarına girecek o çocukların, bu korkunç felaket ve çaresiz babaları. Lafı uzatmayacağım, ama onların suçu neydi ? Tek istedikleri bir kez daha ‘ Günaydın’ diyebilmekti...Ama; dün aydın değil ki, gün aydın olsun !
Allah rahmet eylesin…



16 Mayıs 2014 Cuma

YASIN ÖYKÜSÜ

Uyandı aniden.

Kara duman tozuyla yasıyla gelmişti. İhmal miydi kaza mı?Burukluk kesindi. Ölüler net değil yaralılar milyonları aşıyordu.Yetmezdi acıya ama hissettirirdi farkındalığı, bir küçük siyah kurdele.

Sonra Ege'sinde yanan ateşiyle mateme yürüdü.
Alnında ışığı
Eteklerinde kömür...

15 Mayıs 2014 Perşembe

(..!..?..)

 Şu an saat 00.55. Tarih 14 Mayıs 2014. Çarşambaya girdik. Daha saatler önce yaşandı patlama. 157 ölü diye açıklama yapıldı. Daha da artacak deniliyor.. Siyaset yapmayacağım. Ölümü bu pislik işe bulaştırmayacağım. Sadece duygularımı yazmak istiyorum ve uzun zaman sonra ilk defa bilgisayarda değil de kağıtta yazmak istiyorum. Kalemi hissetmek istiyorum.
  Henüz kafamı tam olarak toparlayabilmiş değilim.
  157 ölü… Ailesi olan, sevenleri olan - ki kimsesiz bir insan olsa bile insan insandır -  ve onlara veya kendine bakmak için üç kuruşa o kör kuyuya inmek mecburiyetinde kalan insanlar..
   Biz bu siteye duygularımızı yazıyoruz, hayallerimizi sizle paylaşıyoruz. Ama onlar öldü, hiç yere. Geride kalanlar, eksik kaldı(k). Yaşamlar eksik sürecek. Sadece empati yapıyorum. Ama ateş düştüğü yeri yakıyor.
   Daha geçen hafta sizlerle kabusumu paylaştım. Babam ölmüştü. Benim gördüğüm kabustu. Onlarınki değil..
    Enerji sistemleri mühendisliği okuyorum. Kömür, nükleer... Enerji.. Korkuyorum. Vebalini kaldıramam.
    Dua ediyorum. “Allah’ım sen geride kalanlara sabır ver. Güç ver. Hiç yere göçüp gidenlerin yaşayamadığı güzel şeyleri geride kalanları’na yaşat..”
   

    Başımız sağolsun. Mekanları cennet olsun..

13 Mayıs 2014 Salı

MÜZE

Sensiz sabahları erteliyordum.
Güneşi kovuyordum,
Sabah olmasın istiyordum.
Değmesin bir ışık hüzmesi tenime,
Yanardım.
Geceler bizim olsun isterdim.
En güzel kumruları kıskandıracaktık
Sabahlara kadar defalarca, bıkmadan.
İçimdeki benle şimdi kavgam
Kumsala yazılmış aşk için.
Kanadı kırık kuş gibi çırpındım
Ardına bıraktığın yangın yerinde.
İçinde yanan yanana.
Zihnim sayar adımlarımı,
Zincir gibi tutsak eden
Kayıplarıma, anılarıma doğru attıklarımı.
Aklım olmuş kayıplar müzesi,
Kaybolan kaybolana.
Müzemin şaheseri:
Sen.
Unutulan köşede artık yerin.


12 Mayıs 2014 Pazartesi

SAKIN

Herkes koşuyordu amacına...
Her şey durdu sonra...
Benliklerinin yerini
Bencilliklerinin aldığı
Karakterli insanlarla dolu dünya
Vazgeçti dönmekten...
Kaybettiler duygularını
Amaçları uğruna...
Halbuki aşk vardı kalplerinde,
Onlara göre.
Akıllarında da sadece bir yatak...
"Aşka inanmıyorum." cümlesi
Bozdu sessizliği daha sonra...
Çarşafları kadar temiz kalpleriyle
Başladılar aşkı savunmaya...
Evet haklıydılar.
Yürüdüğüm yolun sokak lambası bozuktu.
Her taraf zifiri karanlıktı.
Dostlarım da ordaydı,
Karanlıkla kamuflaj edilmiş insanlar da...
Göremeyeceğim sandılar,
Duyamayacağım,
Bilemeyeceğim...
Üç maymunu oynadım.
En çok da sustum.
Onlara izin verdim
Her şeyi bilsinler diye...
Sadece sustum.
Bağırarak sustum.
Gözlerinin içine bakarak sustum.
Onlara izin verdim
Her şeyi bilsinler diye...
Ama bilemediler,
İnsan olmayı bilemediler.
Evet yoktu.
Aşk yoktu.
Yok...
İnandım buna,
İnanabildim.
Sakın gözlerimin içine bakma.



9 Mayıs 2014 Cuma

Herkes Uyur Mu

Karanlık sevilmez mi?
Hiçbir şeyi görmemeye odaklanan düşüncelerimizi bazen küçücük mum ışığında bazen modern dünyanın ledli yansımasında bir noktada toplayabiliriz. Büyülüdür geceler. Küçük tıkırtıların böldüğü uykuya serpiştirilir sözcükler. Ben bayılırım sessizliğe. Arkada da Müzeyyen Senar tınısı… Giydiğim bambaşka pardösülerin tek ortak yanı: Sıcaklık. Geceleri üşümem ki ben. En rüzgarlı havalarda yorgana ihtiyacım olmaz. Nefesine direne olduğum hayat tıkırtım var benim. Kimi zaman sımsıkı kucağı, kimi zaman kömürlü nefesi…
Sigara dumanı kadar da islidir geceler. Tek solukla bulanır zehre. Gülücüklerine karışan bir çimke kara habere yenilir karanlık. “Dur, yapma!” diyemezsin. Önüne geçemezsin ki gecenin o bildiğini, zamanı geleni yaşatır ruha.
Kalemim başladı akmaya. Noktaların sıklaşma zamanı geldi.
Selam çak, ey elveda!

Bu haftalık sonuna dil döker oldu Ümit, yazısına.

8 Mayıs 2014 Perşembe

KAÇINCI?

    G. yanındaki tekli koltukta oturuyordu. Diziyle benim dizime vurdu. Kendi o agresif tavrıyla “Hey! Kumanda sende zaten.” Afalladım bir anda. Buraya nereden geldiğimi, ne zamandır burada oturduğumu hiç hatırlamıyordum. G. ne zamandan beri benim sevgilimdi? Hiç ama hiç birini hatırlamıyordum. Üstümden o şaşkınlığı atamadan G.’nin tekrar sesini duydum. “Anne! Hadi gelsene, neredesin?” Burada bizden başkası da mı vardı? Yemek masasının olduğu büyük bir salona geçtik. Garip kıyafetli insanlar eğleniyor yiyecekler ve içecekler havada uçuşuyordu. Tam o onda bir şeyler ters gitmeye başladı. Önce küçük bir çocuğun kafası baykuş gibi tam tur dönmeye başladı, dönüyor, dönüyor; durmadan dönüyordu. Sonra boynundan kanlar fışkırmaya başladığını gördüğüm an sırtımda müthiş bir acı hissettim, kasılmıştım. O bir noktadan başlayan acı bütün bedenime yayıldı, bir zehirmiş gibi. Arkamı dönemeden, beni bıçaklayanın kim olduğunu göremeden bayılmıştım.. Ayıldığımda kendimi İzmir’de Kordon’da buldum. Ağlıyordum, hem de hüngür hüngür ağlıyordum. Babam ölmüştü çünkü. O sırada karşımda iki büyük gemi çarpışmıştı. Kocaman bir ses çıktı. Telefonum çaldı. E. arıyordu. Ne alakaydı şimdi?  “O ses neydi öyle?”.”Gemiler çarpıştı” dedim. “Buradan görülmüyor da o yüzden aradım” dedi. Cevap vermedim, kapattım telefonu. Aklıma tekrar babamın öldüğü geldi. Ama nasıl ölmüştü, ne zaman, neden ölmüştü? Eve gitmeliydim, bizimkiler ne haldedir kim bilir? Tekrar ağladım, ayağa kalkacak halim yoktu. Ön dişlerim sallanıyordu. Ben de nedense sürekli oynuyordum. Çıktı sonunda, elimde kaldı dişim. Ne yapacağımı bilemedim. Babamın yanına gittim: “Bir şey olmaz, hallederiz.” dedi. “Tamam” dedim, babama güvenirdim ne de olsa.
    Koştum, koştum yetiştim metroya. Bindim hemen. Oturdum koltuğun birine. Karşımda bir kadın çocuğuyla oturuyordu. Çocuk ağlıyordu ama. Metro hareket etti, üstü açık metroydu! Nasıl olur dedim? Demeye kalmadan bozuldu yolun ortasında. İndim metrodan rayların üstüne. Hafif aydınlıktı raylar. Durmadan yürüdüm, yanımdan sürekli metrolar geçiyordu, raylarsa bitmiyordu. Tünelden çıktım sonunda. Tanımadığım bir caddeydi burası. Durmadan koştum, deli gibi koştum. En son karanlığa çarptım.

------------------------------      
   
      Düşüyormuş gibi uyandım.
      Derin bir nefes aldım. Ağladım sessizce, odadaki kimse duymasın diye. Sildim sonra gözlerimi. Ranzanın üstündeki tahtaya bakarken düşündüm: “Bu kaçıncı kabus..?”
    Bu satırları yazarken hala kabusun içindeymişim gibi kalbim hızlı atıyordu..

6 Mayıs 2014 Salı

CAM GÜZELİ

                Her insan için çocukluk döneminin önemi çok büyüktür. Oyunlar, arkadaşlar, küçük cesaret gösterileri, çocukluk aşkları... Hele ki ben gibi, zamanın beyaza boyadığı saçları olan, kemikleri haykıran, eskimiş  bir insansanız, bu dediklerim daha bir anlamlı oluyor. Çünkü bir başkaydı eski günler. Sabahları sokaklar güneşin ışığıyla aydınlanırdı, ama apartmanların gölgesinde değildi. Sıcacık simitlerin kokusu sokağı doldururdu, susamlarla beslenmiş kuşların cıvıltıları eşliğinde. Baskıdan yeni çıkmış gazeteler herkesin elinde... Bir yandan okuyup bir yandan da tartışıyorlardı.

                Ben de bu zamanlarda erken kalkardım. Tatillerde bile kurulmuş saat gibi aynı saatte kalkar, bütün evi de uyandırırdım. Sebep belliydi: çabuk kahvaltı yapıp sokağa dökülelim arkadaşlarımla,  O'nu daha fazla göreyim. Aslında her gün görüyordum. Sonuçta iki ev yanımızda oturuyordu. Evinin camında göremezsem de mutlaka her gün şekerli sakız aldığım bakkalda görürdüm cam güzelimi. O da severdi şekerli sakızı. Onun için değerdi her sabahın köründe uyanmak. Bütün gün boyunca birlikte oyunlar oynardık. Ne oyunlar ama? Şimdilerde var mıdır bilmem ama o zamanlar evcilik çok meşhurdu. Anne ve babayı tahmin edebiliyorsunuz sanırım. Yanaklarım hemen kızarırdı. Elim ayağıma dolaşırdı. Ben onun gibi iyi rol yapamazdım. Belki de rol değil gerçek olsun istediğimdendir. Rol icabı olsun diye her gün özenli giyinirdim. Babam sağ olsun o ay işler iyi giderse (esnaflık malum) oyuncak değil elbise aldırırdım o küçük yaşımda. Oyuncağa ne gerek vardı ki. Bütün gün evcilik oynuyorduk zaten, hangi oyuncak bunun verdiği mutluluğu verebilirdi ki. Ayrıca sokakta oyuncağı olan tek insan O idi sanırım. Durumları iyiydi. Biz çocukluğumuzu bitirene kadar böyle devam etti. Yaş büyüdükçe bütün günü sokakta evcilikle geçirmez olduk. Kırlara, ormanlara piknik yapmaya gittik. Gezdik mahalle mahalle. Hiç görüşmediğimiz oluyor muydu? Şu an hatırlayamıyorum, sanırım yoktu. Peki ben ona küçücük kalbimi senin aşkınla doldurdum ve büyüttüm diyebildim mi hiç? Hayır. Yanaklarıma güvendim sanırım. Nedendir bilmem hep sustum, belki de kaybetmekten korktum. Nitekim de öyle oldu. Esnaf işi belli olmuyor işte. Ters gidince her şey, taşındık. Kaç gün ağladım bilmiyorum. Her gün o sokağın başına gelip, duvara yaslanıp sokak boyunca dalıp dalıp giderdim. Gözlerim onu arardı hep. arasa ne olur? Bir şey diyebildim mi sanki? Nasıl diyecektim ki artık? Aramızda bir uçurum vardı, kavuşmanın tek yolu ise paradan bir köprü. Ben de hep sakladım. Bir gün yaslandığım o duvarda beni görür umuduyla, her gün gide gele yolu aşındırdım. Yıllar yılı konuşamadan, karşısına çıkamadan uzaktan izledim onu. Gelin arabasına bile arkadan baktım. O kadar korkak mıydım? Korkumun ve sevgimin sayesinde o zamanın çok satan edebiyat dergilerinin birinde şair olarak işe başladım. Hiç aklımdan çıkmadığından her an bir şiir yazabiliyordum ve güzel oluyorlardı. Her şiirimi ona adadım. Her şiirimde onunla hayat kurdum. Yalan söyledim kendime. Yalandı çünkü insan yapamadıkları ve olmasını istedikleri şeyler için yalan söylerler. Ben de bu kurala uydum. Bu yaşıma kadar her gün onun arkasından baktım. Şiirler yarıda kalmasın diye tabii ki. Bir gün göremedim onu. Aklıma neler geldiğini kelimelere dökemem. Dedim ki: "Gitti ilham perim." ve o gün de son şiirimi dergide yayınlayıp emekli oldum. Artık şiir kitabımı okuyordum evimde. Her şiir bir anıyı, bir arzuyu hatırlatıp yüzümü güldürürdü. Her şiirde onun gözleri... Pişmanlık duyardım bir kere söyleyemedim diye. Oysa ki o da bana derin derin bakardı. Artık "acaba" diye düşünüyordum. Eski bir dosttan aldığım haberse pişmanlıktan ölmeme neden olacaktı. Son nefesinde adımı söyleyecek kadar sevdiysen niye bir kere bile bana söylemedin. Ama kızmıyorum, ben de aynı hatayı yaptım diye. Sen de mi kaybetmekten korktun?  Ya da uzaktan sevmek en güzeli miydi? Çocukluk aşkı deyip geçmeye çalıştık belki de. Tekrar yazmaya başladım şimdi. Artık şiirlerimde çocukluk aşkım değil, ebedi aşkımsın cam güzelim.

5 Mayıs 2014 Pazartesi

YENİDEN

Vazgeçtim senden
O sarı saçların güneş değilmiş meğer
Sadece bir ay ya da bir yıldız
Kısacası gözlerimin yansıması...
Vazgeçtim senden
Kulaç attıkça kaybolduğum
Okyanus değilmiş gözlerin
Yüzmeyi öğrendiğim sığ bir çocuk havuzu
O gözler gözlerinde onu görünce değil
Kendimi görünce güzelmiş
Yalnızlık yalnız kalmadığın zamanlarda
Daha da hissettiriyormuş kendini
Bunu da yanında anladım
Hayat bir savaş meydanı,
İnsanlar da asker,
İkiyüzlü müttefiklerle dolu,
Şerefli bir savaş...
Kimi zaman çekip gitmek gerekir,
Savaş meydanını terk edip,
Ceketini alıp arkana bakmadan
Düşünmeden
Unuta unuta
Vazgeçerek
Bir sonraki savaşa hazırlanmak için
Yeniden…

3 Mayıs 2014 Cumartesi

BİLİRİM

YALNIZLIĞI senden iyi bilemem ama,
Kalabalığı tattı tek başınayken içim
Kayboldum tenhalıktan,geceler derin...
AĞLAMAYI senden iyi bilemem ama,
Güldü içim,kanarak ağlarken gözlerim
Yok oldu tebessüm de, gerildi tenim...
Bilemem SESSİZLİĞİ senin kadar ama,
Gürültülere gebeydi tınısız gecelerim
Bağırdı ruhum; fakat lâldi dilim...
SEVMEYİ senden iyi bilemem belki ama,
Kalbine savaş açtım sevgisiz gibilerin
Yaşam bir meyve,sevgi de tohumu, dedim...
BEKLEMEYİ senden iyi bilemem ama,
Koşuyor, içimi sana bırakarak bedenim
Sen varsan ruhum,bedensiz de zengin...
İyi bilemezsin beni benden dedin ama,
Öyle 'ben'din ki sen, seni 'sen' diye görmedim...
Yani ; çürüttüm tezini !
YALNIZ kalıp da AĞLAdım,
SESSİZ SEVip de BEKLEdim seni...
Haksız çıkardım 'bilemezsin' deyişlerini.
Senin kadar öğrendim en az bu hisleri,
Beynimde birleştirdin aykırı tüm vakitleri..
'Ben' oldun yırttın kavramları, kalmadı başka kelimem,
Hepsini bilirim ama ; bir tek sensizliği bilemem...

2 Mayıs 2014 Cuma

DEVR-İ HÜZN

Sarı sayfaları arar oldu günler.
Ciltli defterlere ağıtlar
Ucu yanık saman kağıtlarına bambaşka matemler
Gizlendi. Çağ: Milenyum.
Terziler yüksüksüz…

Bir damla daha düşüyor
Yıl 2014.
Pastanelerde eksilemiyor muhallebiler
Beli kırık sohbetler manyetizmaya gömülmüş.
Kalem kağıda küs…

Dibi düşük herifler kayıp,
Kadınlar arsız,
Arif’in bağlaması düştü düşecek

Zaman geçiyor da
Ya izleri…


“Ağ” dumanında, boğulacak!...

1 Mayıs 2014 Perşembe

RİCA

  Yaşadığım dağın eteğinde büyük ağaçları kandırıp soracağım onlara o’nun nefesinin tadı nasıl? Onlar dememeli bana biz bilemeyiz. Eğer derlerse şaşırmalıyım, öfkelenip bağırmalıyım cahilliklerine. Şimşekler çakmalı, yıldırım üzerime düşmeli ki aklımı başıma devşirmeliyim, en kötü zamanların filozofları gibi. Oturup uslu uslu düşünmeliyim sonra: Uzaktan sevenden aşık olmaz, benden şair olmaz!
   Bilet kesiliyor, yakını uzak yapan kadar uzağı yakın yapan dört teker binince gider şirketinin birinden. Karanlık pencereden görünür, dışarıdan bakanlar sanıyorum diyecek karanlık pencereden de görünür. Yol bitmez iki taraflı karanlığın soğuğunda. Düşüncelere ışık dolar en uzun elektrik lambasından. Neyse ki sabah oluyor, bir ses kulağı tırmalıyor da eski güneşin selamını alıyorsun. Aklına azıcık ısı gidiyor: Hayale aşık olunmaz, benden şair olmaz!
   Emektar bir renk cümbüşü ayaklarına kapanıyor, estağfurullah demelisin yoldan geldim. Önce yıkayayım öyle basayım sana, saygıdeğer bir halımızsın sonuçta. Gel hadi balkona bak karşıya. Yine meyve verdi - yine toplanmayacak - yenidünya.. Ne yeni dünya ama diyorsun, eskisi güzeldi  - öyle çok eskisi de değil canım - İçeriden burnuna sarma kokuları geliyor da kalbine giden yol önce mideden geçiyor sonra da beyne uğruyor: Konuşmadan aşık olunmaz, benden şair olmaz!
   İlk gördüğün, tek heceli - ikincisi silinmiş - bir yalnızlık yok edici. Ardından düşündüğün, ne kadar yumuşak saçların ve pamuk ellerin. Bir dostun yanında olmalıydı ki o’ndan bahsetmeliydin gözlerinin büyük olduğu kadar, gülüşünün de ağır abi olduğunu. Karşımda yalnız başına oturuyor olmalı gözlerini benden almadığına göre. Der demez deniz devreye giriyor, hem de ne girmek. Muhabbetin maviliği denizi kıskandırıyor, kahverengi de bulutu. İşbirliği yapıp başıma vuruyorlar da aklımı çeliyorlar: Sabretmeden aşık olunmaz, benden şair olmaz!
   Bu sefer sadece yakını uzak yapandan alıyorsun. Gözlerini dikiyorsun tavandan gelen, sonuna kadar giden yeşil çizginin ucuna. Düşün, düşün, düşün; gördüm, daha çok sevdim çünkü hayalimden daha güzeldi - ben çok güzel hayal ederim oysa - Düşündükçe aklım çalışmaya başladı, önünü alamadım sonra: o’na yazdığını anlayacak diye ödü kopandan aşık olmaz, benden şair olmaz!
Sen beni sev ama mutlaka, beni düşün her an fakat şair olmamı isteme benden. Senin güzelliğini şiire dökemem. Senin sevgine layık olamam, şiire yansıtamam; ben şair olamam..