31 Temmuz 2014 Perşembe

GAMZENLE BERABER GEL - AĞUSTOSTA KAHVERENGİ GÖZLER SİNEMASINDA

Kızma bana imgeli şeyler yazıyorum
Öyküden başka yazmıyorum diye.
Açık konuşacaksam şayet
İlk önce ne diyeceğimi
Biliyor olmalısın
Ağustosta..
Bu şiir sadece fragman.

Susmana rağmen onlara inanmadım
İnanışım senin elinden olsun olacaksa.
Sen sustukça sana inandım
Sen konuştukça da b'ize.
Benim yokluğumu ise..
Onu da sen biliyorsun.
 
II

Yanlış düşünmemiştin
Düşünmeye başladığından beri.
'İz' kelime değil heceydi
Ama mesela İzmir'in hecesi de değildi.
Öyle olsaydı 'mir' de olurdu bir yerlerde.
Anlıyor musun?

Ayrıca söylemeliyim ki
'İz' ilk hece değil ikincisiydi.
Birincisi ne mi?
Acaba...?
Evet, öyle.

Unuttum demeyi;
Adımın ilk harfi B.
İşte diğer bir sır da buydu.
B'iz sırrı!

III

Bu şiir de sana, öncekilerin hepsi gibi.
Aklında şüphe kalmasın.
Öyküler ise sana sitemdi kendimce.
Daha doğrusunu demeliyim.
İkimizin anlayışsızlığına,
Anlamazlı tavırlarımıza..

Simdi o kadar aynıyız ki
Fark edilmiyor.
Şimdi istersen o kadar güzel olacağız ki
Mesafeler aşka imrenecek.
Bana da yaz ve
Sadece inan.
Birazcık da sev.
Gülüşün gibi güzel sev..
Ne güzelsin..

Ne uyak oldu ne kafiye..
Boşver!
Ama cevap ver.
Açık konuşarak
- utanarak bir yandan da -
Yazdığım gül kokusunu duydun mu
Tebessümünde
Yahut
Boynunda?





29 Temmuz 2014 Salı

YERYÜZÜNDE YAŞASIN İYİLİKLER

İnsanlar... Adem ve Havva ile başlayan büyük yargılama... Yasak elmanın karşılığında sonu gelmeyen cezalar... Yine de insanoğlu hayatta, bu küçük oyunda kendine yer edinmiş ve bugüne kadar gelebilmiş. Onca cezaya karşlık tanrının yanında olmayı tercih edenler de olmuş, "Bizi cennetten kovdu." diyerek karşısında durmayı da seçenler olmuş. Herkes kendine göre doğru olanı yapmış, herkes kendince haklıymış. Dolayısıyla da "Biz iyiyiz, onlar kötü." demek kolay bir duruma gelmiş. Başlarda ikiye ayrılırken, ilerleyen zamanlarda insanoğlu kutuplaşmak daha bir çok nokta bulmuş. Kümelere ayrıldıkça yobazlaşmış insanoğlu. Bencil olmuş. 'Bana dokunmayan yılan bin yaşasın'ı hayat felsefesi haline getirmiş, herkese şüpheyle yaklaşmış ama yine de bulunduğu kümeyi terk edememişti. Ayrılsa bile yandaş topladı kendine, her ne kadar babasına dahi güvenmese bile. Yalnızlıktan korktu çünkü. Yaratılıştan gelen çeşitliliği istemsiz kabul etti ama yine yaratılıştan gelen ortak ata kuramını kabul etmedi. Belki de hiç düşünmedi. Düşünmedi çünkü kendi kümesinde yer almayan bir insana "İnsanız biz, aynıyız" diyemedi. Bunun söylenmesi güç kaybını ve beraberinde dışlanmayı getirecekti çünkü. Her şey iyi güzel de, bu şartlar altında nasıl yaşar bir insan? Bir yanda düşman bellediği insanlar, diğer yanda dostum dediği ama hiç güvenmediği insanlar. Yalnız kalmayayım diye söylediğimiz doğrular yüzünden yalnız kalmadık mı şimdi de? Yalnızlığımızdan bencilleştik, yabanileştik. İnsan gibi mantıklı düşünmeyi bırakıp, sınavda olduğumuzu unutup dünyada güvenin var olabileceğini, iyiliğin yeryüzünde olabileceğini hiç düşünmedik. İyi şeylere hiç ihtimal vermedik. Her zaman bardağın boş kısmına göre hazırlık yaptık, ama dolu tarafı sel gibi vurdu bizi. İyiye, hoşgörüye ve güvene inananlar tutunabildi sadece, yalnız kalmadılar. Şimdi boğulanlara sözüm, bu hayatta yalnız değilsiniz. Olmayacaksınız da. Sadece hoşgörü gösterin, iyilik yapın ki bir boğulana daha can simidi atın. İyilik var ve bulaşıcı. "Nasıl yapabilirim?" diye de sormayın. Basit. Tanımadığın biri hapşurunca  "çok yaşa" demek basit. Bir yaşlı teyzeye yardım etmek, kırmızı ışıkta durmak, trafikte daha hoşgörülü araç kullanmak, sorgusuz sualsiz yardım eli uzatmak... BASİT. Yerdeki karıncanın bile insanoğlu yüzünden dünyada olduğunu, birlikte sınavda olduğunuzu ve hakkı olduğunu anımsa, anımsa ki ona dahi saygın olsun. Bunlar çok zor olmasa gerek. Sen yap ki yapmayan utansın, utanana bulaşsın iyilik. Kimse taraf değil bu dünyada, kimse de dünyadan yanına kar götüremeyecek, tıpkı Sultan Süleyman gibi. Bir taraf varsa: hepimiz insanız. Eğer dünyadan götüreceğimiz bir şey varsa da o da yüreğimiz. İyilikle, saygıyla, hoşgörüyle dolduralım ki adımız yaşasın yeryüzünde bizden kalan iyiliklerle.

27 Temmuz 2014 Pazar

YAZ SADECE

Kulaklarına yavaş yavaş tırmanır içindeki karıncalar
Boynundan yukarı çıktıkça boğulacak olursun,sıcak basar
Sinirden göremezsin iyi mi hayır mı sonu diye
Onlar da yavaşça sana fısıldarlar:
Yaz sadece...
Aktaramazsın mutluluğunu içinin kuytularının
Anlatamazsın, hevesini kırarlar, susarsın.
Sığınarak paylaşmak istersin damlacıklarını denizlerle
O zaman köşesine otur kendi rıhtımının:
Yaz sadece..
Kırgınsan sessiz çığlıklarını dök,
Üzgünsen gözyaşlarını kağıdınla ört.
Sev bir adamı kaleminden de öte
Kızsın kalemin,konuşsun saatlerce
İçin olsun senin,içine dargınsan eğer
Ona bir alış, tüm içtenliğin kendi söyler:
Yayılsın bu ses o an  her hücrene,
"Yaz sadece..."

24 Temmuz 2014 Perşembe

BALKON MİSAFİRLERİ

  Temmuz sıcağı, uzun balkonun eşsiz koltuğu, ılık rüzgar, araba sesleri…
  Gökyüzünün buzlu cam misali ince bulutlarla kaplı olması akıllara ölümü getiriyor olacak ki karşımda örgüsünü ören anneannemden şöyle bir cümle duyuyorum: “ Kadın hastaneye gide gele eridi gitti yavrum, yavrum. Allah kolay ölüm versin. Üç gün yatak, dördüncüsü toprak.”
  Ve işte bugün de geldiler. Yine iki taneler. Göz göze geldik. Bakışlarından şöyle bir anlam çıkarılabilir: “ Biz geldik.” Benden de onlara “Hoşgeldiniz” bakışı. Bir süre bakıştıktan sonra ben ” Ahh tabi yemleriniz değil mi? Bilgili insanların kendilerini beğenmişlik etmelerinin nispeten göze daha az kötü gelmesi gibi sizin de yem için gelişiniz öyle.” bakışı gönderdim. Anladıklarını sanmıyorum. Öyle bir bakış olduğunu da.
   Düzeneği kurmak için ayağa kalkıyorum. Düzenek dediğime bakmayın. Balkon demirlerine asılan ve dışa bakan saksılardan bahsediyorum. İçinde çok güzel bir çiçek vardı şu an adını unuttuğum. Tomurcukları her sabah renk renk açardı. Ama bizim bu daimi misafirlerimiz her gün çiçeğin üstüne oturdular, tek tek bütün tomurcukları yediler. Artık saksıda çiçek yok. Sadece toprak ve toprağın içine gömülü bir su kabı. İşte bu düzeneği yerden aldım biraz yem ekleyip balkon demirine astım. Guguk kuşlarını biraz rahatsız ettim sanırım. Uçup hemen yan taraftaki klima motoruna kondular. Orası zaten bir nevi havaalanına döndü. Gelen kuşlar önce oraya gelip balkonu kolaçan ediyorlar. Akıllı hayvanlar açıkçası. Geri çekilip yerime oturuyorum. İzlemek istiyorum uzaktan, bıkmadan. Bilmiyorum kardeş mi sevgili mi dost mu olduklarını. Ancak uyumları çok güzel bir sahne sunuyor izleyene. Hızlı hızlı yiyorlar. Arada bana da bakmayı eksik etmiyorlar. Yemleri bitince sularını da afiyetle içiyorlar. Zıplama ile uçmak arası bir hareketle panjur demirine konuyorlar. Hemen gitmiyorlar. Yedik içtik kaçtık gibi olmasın diye düşünüyor olabilirler. Belki de hiçbir alakası yoktur. Bilmiyorum. Ama yarım saat oturuyorlar.
  Önce soldaki sonra sağdaki uçup yolun üstünde olan elektrik tellerine konuyorlar. Birbirleriyle oynuyorlar. Neşeli halleri özenilesi.
 Yazımı bitirmek için güzel bir son arıyor ve tellerdeki neşeli hallerine bakıyorum. Aklıma iki şair geliyor, iki de şiir. Nilgün Marmara’yı yazıma ekliyorum. Bu şiiri haftalar sonra anlamış olmanın keyfine varıyorum.
  
            ...
            Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
            niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
           "Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş.


   

23 Temmuz 2014 Çarşamba

SONSUZLUK ACISI

beklerken ilk ışıklarını sabahın
sigaramın zehri gibi acı                 
                           Dumanı gibi titrek
Yılmaz gibi yürekli ve
Nazım gibi sevdalıydı gönlüm

üç satırla anlatamam seni
                İMKÂNSIZ
tıpkı bulmak gibi karşılıksız aşkıma karşılık

seni sevmek Kazım’ın şarkısındaki her nota
 ayazda ciğerimi acıtan her nefes
                nefes ya…
her alışımda sensizliği hatırlatan nefes

ne zormuş sensiz kalmak
sıcak gülümsemen her zerk ettiğinde yaşama sevincini içime
akardı içimden taşan sevda sözcüklere
sözcükler dizelere dönüşür
o güzel gülümsemen ölümsüz olurdu
ve
gittiğindebana bahşettiğin ölümsüzlük var ya
sonsuzluk acısıyla yaşıyor hala dizelerimde

SENSİZLİK ya…


ONUR DOĞAÇ DÜZCİ

22 Temmuz 2014 Salı

DERYA

Bugün çok açılmadım öyle her zaman ki gibi. Küçüğün yanına yetecek kadar balığımı tutup geri döndüm. Bağladım Derya'mı karaya. Ne komik değil mi? Hayatımı benden alan kara parçasına bel bağlıyorum yine. Dalgalar beni sallarken ya da, rakıdan ben sallanırken yemek yemek kadar güzel bir şey yok şu küçücük Derya'mda. Yemek yerken bile efkardan sağa sola yuvarlanıyorum gibi gözüküyor. Hoş, öyle olsa da kimsenin "Bu adam niye böyle?" diyeceği yok. Bilen bilir beni. Her şeyi kaybettiğimi, Derya'mın gittiğini bilir. Sana anlatıyorum kabaran deniz, dinlesin beni bütün körfez. İlk ve son kez... Anlatayım ki vurmasın dalgalar Derya'ma, sıçmasın martılar Derya'mın tepesine. İnanmayacaksınız ama yıllar öncesinde bir işim vardı, ailem vardı, dünyalar güzeli Derya'm ve bir de meleğim İrem. Şu kahpe dünyada şansı yaver giden tek insanoğlunun ben olduğumu düşünürdüm. Sabah kalkarım güneş doğmadan, ama zaten güneşi odama getirmiş sırma saçlım, ufaklık desen kırlarda açan taze bahar çiçekleri gibi kokuyor. Sanki en güzel çiçekler, melekler benim evimdeydi. İş umrumda değildi aslında ama ufaklığın geleceği için işte. Yine de o geçen zamanı evde değerlendirmek için yalvarırdım yaradana. Akşamlarsa ayrı bir güzel. Ne yorgunluk kalırdı, ne de dert tasa. Unuttururlardı her şeyi bana, zamanı bile. Saate bakmayı unuturdum. Onlar sayesinde hayatımdaki her şey iyi güzelken, sahte bir firma tarafından dolandırıldığımı fark etmedim bile. Aptallık yaptım. Sadece bu olsa yine iyi. Toparlayamadım ve her şey avucumda su olup aktı, tutamadım. Sonra sinir stres, dert tasa, iş derken onları unuttum. Unutmakla kalmayıp hatırladığım zamanlardaysa onlara karşı yabancı bir adam oldum, kötü davrandım. Yine de destek oldular, ama hata yapmışım hep onlara karşı. İnsan ya bu, sabır denen bir şey var. Kalmamış Derya'mda, tükenmiş kadıncağız. Bir gün işten erken çıktım, toplantı toplantı... Nereye kadar? Sıkılmıştım o gün. Ufaklık okuldan gelmemişti. Derya'mdan ses çıkmıyordu.  Yukarı çıkmak için merdivenlere yöneldiğimdeyse... Görmez olaydım onu öyle. Dünyam başıma yıkıldı. Kelimelerle nasıl anlatılır bilmem ki. Hepsi benim hatamdı. O an fark ettim. Derya'mın boynundaki o kalın ip her şeyi fark ettirdi bana. Ama çok şey alıp götürdü de. Kızım terk etti sonra beni. Nasıl desin ki baba, annesinin ölümüne neden olan adama. "Yalnızlık nedir?" diye sorsalar, benden yola çıkarak anlatırdım. Kimseyle konuşamadım, yüzüm yoktu. Kızım gitti. İş zaten bitti. Ben de bittim. Ne geldiyse başıma, hepsi karada geldi diye ben de denize geçiş yaptım. Evrime meydan okudum da denebilir aslında. Sahip olduğum her şeyi kaybetmiş bir şekilde sahile vurdum kendimi. Küçük bi taka, alet edavat, olta, kıyafet... Hepsi o kadardı. Takamın ismi de  Derya-İrem. Solda Derya, sağda İrem yazıyor. Derya solda çünkü sol yanım acıyor hep. Acıya acıya, ağlaya ağlaya yaşıyorum işte küçücük ama kocaman yüklü Derya'mda. Dalgalar, balıklar, rakım, ben ve Zeki Müren... Komik olan ne biliyor musunuz dalgalar? Ne kadar Derya'mda yaşasam da, yine o kahrolası iple batası kara parçasına bağlıyorum Derya'mı. Velhasıl kelam yaptıklarım yüzünden yalnızım. Kimsenin de yardımına ihtiyacım yok, ya da kimsenin arkadaşlığına ihtiyacım yok. Ben bile kendimi sevmezken nasıl biri beni sevsin. Daha anlatırdım da, rakım bitti be. Zeki müren söylesin de ben birazcık yatayım. Biri zaman yolculuğunu bulursa beni uyandırın.

20 Temmuz 2014 Pazar

HAYAT GÜZEL


İnce bir rüzgar okşar tenini
Kulağına bir ezgi gelir
Hayat güzel...
Sıkkın da olsa canın bir şeye
Kelebekler bile ömrüne meydan okuyor ya işte
Gülen bir çocuğun gözlerinde okursun,
Hayat güzel...
Gökyüzüne ulaşır şen kahkahaların,
Çiçeklerin binbir çeşidine bakarsın
Bir çiçek kokusunu ta içine çekersin
Kokuda hissedersin,
Hayat güzel...
Birden güneş kederle kapanacak da olsa
Çisil çisil ağlasa da bulutlar yağmurla,
Ardından gökkuşağının çıkacağını bilirsin ya,
Gökkuşağının renklerinde bulursun coşkusunu
Ve aynı tazelikle söylersin yine,
Hayat güzel...

18 Temmuz 2014 Cuma

KARDEŞLİK

Bir bulut çizin gökyüzüne
Pamuk beyazına boyanmış
Ama dertli…
Mükemmel olmasın!

Minicik taşın yerini değiştirmek
Onu bambaşka esarete alır
Güneşi değişir, çamuru değişir,
Her gün üzerine binen insan ayakları…
Alayı farklı olur.

Bu yüzden gülümseyin yalnızca
İnsanlara, yanlarında durun.
Gücünüzle dokunun
Dokunun ki kimseye
Yabancı kalınmasın…

17 Temmuz 2014 Perşembe

KANIT

- Nasıl gidiyor bakalım gönül işlerin? Benlik bir durum var mı?
  Altmışlı yaşların başındaki adam ve genç biri için alışılmışın dışında bir dede-torun ilişkileri vardı. Arkadaş, dost, abi-kardeş, baba-oğul vb. tanımların hepsine kıyısından köşesinden girebilecek türdendi. Genç cevap verdi:
- Gitmiyor dede.. Hani böyle kömürün bitmesine doğru alev iyice azalır  sonra bir hafif bir rüzgar eser, turuncu alev kırmızıya dönüp parlar sonra tekrar solar ya, heh işte öyle dede. Zaten uzakta, zaten konuşmuyor, zaten bana hiç yardım etmiyor.. Ne yapacağımı şaşırdım dede. Ona yaklaşıyorum o uzaklaşıyor, ondan uzaklaştığımda ise o bana sanki yaklaşıyormuş gibi geliyor. Bilmiyorum dede’m be.. Ama bak şuna eminim; ondan hoşlandığımı biliyor. Hep bunu yapıyorlar dede. Kendilerine ilgi duyulduğunu hissettikleri zaman yavaş yavaş ustaca uzaklaşıyorlar. Halbuki tam tersi olmalı. Artık aşk diye bir şey olmadığına inanıyorum
- Hah hah hah… Yavaş bakalım çocuğum. Dur hele. Daha gençsin. Bu kadar insanın yaşadığı şey yalan olamaz değil mi?
- Yalan dede, aşk değil başka bir şey o. Aşk mucize. Mucizeler de biteli yüzyıllar oldu.
- Gel bakayım sen benle. Gel gel gel hadi. Sana bunu göstermenin zamanı geldi. Sana bunu vereceğim ama kimseye bahsetmeyeceksin ve kimseye göstermeyeceksin.
- …
 Dede torununu arkasına katıp evin deposuna indi. Yolda bir yandan da konuştu:
- Bunu aslında babana vermem lazımdı ama işte malum.. Allah rahmet eylesin. Eşşek herif bizi yalnız bıraktı gitti. En iyi bildiği şeydi zaten kaçıp gitmek. Neyse neyse şimdi sinirlendirecek yine beni. Ama sen farklısın çocuk, babandan farklısın.
 Geldiler. Yıllardır kilitli olan sandığın kilidi açıldı. İçinden özel şeffaf çerçeve yapılmış yabancı dilde yazılmış sarı bir kağıt çıktı.
- Bu ne sence?
- Hiçbir fikrim yok dede. Ama çok özel bir şey olduğu aşikar.
- Bu İstanbul’un Fethi zamanında Konstantinopolis’te yaşayan bir Bizanslının sevdiği kız için yazdığı mektup çocuk.
- Şaka yapıyorsun!
- Sen benim hiç şaka yaptığımı gördün mü?
- Hayır dede.
- İşte bu mektup benim tarihçi olmamı sağlayan şeydir. Ve aşkın kanıtıdır. Mektuptan anlaşıldığı üzere fetih gerçekleşmeden bir kaç gün önce yazılmış. Ve kızın kapısının önüne koymuş. Ancak kızın okuyup okumadığı hakkında bir bilgim yok. Artık fetihten sonra Türklerin eline mi geçmiş yoksa başka bir şey mi bilmiyorum. Tek bildiğim yüzyıllardır babadan oğla bir emanet gibi verilmiş.
- İnanılmaz, diyebildi genç. Dede mektubun çevirisini yaparak okumaya başladı:
 
     “ Benim matmazelim.. Sizi yıllardır tanıyorum. Siz ise beni köşedeki evde Bayan Katerina’nın oğlu olarak biliyordunuz önceleri. Size kendimi sürekli tanıtma çabası içimde olmam beni karşınızda komik duruma düşürüyor olsa da bundan vazgeçmedim. Ve eğer söylediğiniz yalan değilse siz de benden hoşlanıyorsunuz. Bütün bunlar henüz çok yeni. Fakat şu anki durum bu aşkın daha da büyümesine engel olacağı için bu mektubu kapınıza bırakıyorum. Türkler’in topraklarımıza girmesine artık çok az kaldığını söylüyorlar. Burada ne işleri var matmazelim! Neden benim aşkıma engel oluyorlar.Türkler buraya geldiğinde sonum idam olacaktır. Ama eğer size dokunurlarsa İsa şahidimdir ki onları iki yerde de affetmeyeceğim. Matmazelim.. Beni sevdiğinizi söylerkenki gülüşünüz bu hayattaki tek servetimdir..  Gidiyorum. Sizi bir daha göremeyeceğim.. Size karşı yüzüm yok, bu yüzden de veda edemiyorum. Eğer ölmezsem ve tekrar karşılaşırsak lütfen beni unutmadığınızı söyleyin..
                                                                                    Sadece sizi seven korkak aşığınız "
 
 - Ne düşünüyorsun bakalım?
 - Bir insanın aşk acısının yüzyıllarca elden ele dolaşması çok üzücü bir durum..


------- o -------


 - O zamanlar dedeme ancak bu cümleyi kurabilmiştim. Senle olan konuşmalarımız gibi. Az şey, gerçekten az şey. Şimdi anladın mı?
 - Üzgünüm, senden kaçtığım için çok üzgünüm. Artık yanındayım. Her zaman.

 

15 Temmuz 2014 Salı

NE FARK EDER?

Taze bir güne uyansam ne fark eder,
Seninle gözümü açmadıkça?
Çıkıp sokaklarda seninle yürümedikçe,
İstiklal'de olsam ne fark eder?
Kuş sütü eksik masamda
Sen olmadıkça
Yesem ne olur, yemesem ne olur?
En güzel çiçekleri toplasam
Ne işe yarar ki vazoda?
Sana sunulmadıkça...
Uykularımda sayıklasam ne fark eder?
Sen duymadıkça...
Kalbim çarpıyormuş,
Çarpmasın.
Kan damarlara hücum ediyormuş.
Etmesin, ne fark eder?
Sebebi sen olmadıkça...



14 Temmuz 2014 Pazartesi

OLMAYANA

Söyleyemem sana aşkımı,
Kelimelerim dolaşır birbirine.
Gözlerimden de anlayamazsın ki
Kaçarlar gözlerinden,
Korkar, bakamazlar…
Bilemezler
Yarın nasıl olacak?
Bilemezler düşüncelerini.
Görmez hiç
Gözlerim gözlerini.
Karışıktır benim gibi,
Tatlıdır o yarım gülümsemelerin gibi…
Dalıp gidersin uzaklara,
Düşünürsün.
Aşk?
Bir yanda
Aşka inanmayan ben,
Öbür yanda gözleriyle gülümseyen
Sen…
İnanıyorum artık
Aşk sensen.
Aşk gibi
Yanımda olmayan sen…

10 Temmuz 2014 Perşembe

BİLDİRİ

  Bu senin hayatındı oğlum Hikmet. Böyle bir oyun üzmedi mi seni? “
  Keşfediyorsun.
  Herkesin yatmış, uyumuş olduğu gerçeğini biliyorsun. Bunun yanında odanda kimsenin olmadığını hatırlıyorsun. İnsan sesinin eksikliğini bölen unsurlardan biri olan araba sesleri seni avutmuyor. Odandaki koltuğa oturup pusuda bekleyen şeytanın sakinlik ile seni izlediğini hissediyorsun. Üstündeki örtüyü boğazına kadar istemsizce çekiyorsun. Gecenin sırlı ses ve ışıkları gözünü kapatmana engel oluyor.
 Değiştiğini hissediyorsun. Bu değişimin ilk ayağının uyuyamamak olduğunu, senin değişmeni sağlayacak olan ve içini kemiren 'şey'le baş başa kalman gerektiğini belki önceleri çok yüzeysel düşünmüştün. Ancak şu anda bunu kavrıyorsun. Acaba bundan sonrasında ne olacak, doğru mu yapıyorum, yanlışımın boyutu ne kadar, ne zamandır, neden..? Bunlara cevap vermen gerekiyor. Cevap veremedikçe ayrıntılara gömülüyorsun, iş çirkinleşiyor. Odanda seni izleyen şeytan kendini ayrıntılarda tekrar hissettiriyor. Şeytan ayrıntılarda gizliyse ne kadar güvenilirdir ayrıntılar? Bunların bir cevabı olmalı demek senin içini kesinlikle ferahlatmıyor. Hemen şu anda bu sorulara bir cevap vermen gerekiyor.
  Soyut kanıtlar diye bir şey olmadığını yeni yeni idrak ediyorsun. İğne deliğinden geçecek somutluktaki gerçeklikleri tozlu raflardan alıp soyut kanıtlar çerçevesinde geçirmiş olduğun son günlerini ve haftalarını düşünüp bu iki kanıtın yerlerini değiştiriyorsun. Artık soyut kanıtlar tozlu raflarda ve uzakta. Somut kanıtları ise hayatının merkezine alıyorsun. Kendi kendini yanıltmıştın ve şimdi artık doğru olanı yapıyorsun. İçinde kalan umudu ise gelecek zaman için içinin uzak köşesine bırakıyorsun.
  Kafanı bunlarla daha fazla yormuyorsun. Uyuma eylemini aklına getirip yarın sabahı düşlüyorsun. Bambaşka biri olarak uyandığını düşünüyorsun. Mesela Diyojen’in güneşini kapatsan, mesela Çin Seddi’nin duvarlarında senin emeğin olsa, Kızılderili şefi olsan,  kervansaraylardan birinde Ömer Hayyam’a rast gelsen, Floransa’da Da Vinci ile tanışsan, 2. Dünya Savaşında Hitler’İn yanında bulsan kendini, Afrika’da çıplak ayaklı çocuklarla beraber koştursan ve hatta onlarca kardeşin olsa, olsa, olsa, olsa… Daha sağlıklı, daha kötü, daha zengin, daha aşık, daha inançlı, daha önemsiz biri olsan.. Ne olurdu?  Bütün hayatın boyunca en çok bu soruyu merak ediyorsun: Şu an yaşadığımız şey olmasa, zaman makinesiyle bir kaç saniye geriye gitsek ve bambaşka bir şey olsa? Ne olurdu? Yine cevap veremiyorsun ve koltuktaki şeytan sana gülüyor. Haline bakıp bakıp gülüyor.
   Uykun kaçıyor. Ter basıyor ve üstündeki yorganı gecenin sinsiliğine, dolabın kapağından ara ara gelen sese, iyice nadirleşen araba seslerine ve en önemlisi şeytana karşı gelip örtüyü üstünden atıyorsun. Korkmadığını görüp şaşırıyorsun.
  Yanıbaşında duran sudan biraz içiyorsun. Ferahladın. Artık oda daha sakin. Şeytan gitmiş. Güzel haber bu. Uyumak için heves geliyor.
  Gecenin son sorusu ilkiyle aynı oluyor. Gece senin vereceğin cevabı beklemiyor, günün ayması seni boşlukta hissettiriyor.
Horoz ötmeden susuyor, şiir okunmadan siliniyor, künye bileğe takılmadan kopuyor ve bu hikaye masal olamadan bitiyor.

8 Temmuz 2014 Salı

GERÇEĞİN BÜYÜSÜ

     İnsan gördüğüne inanır, bu genel bir kural galiba. Kişi bir insanın daracık zamanlarda söylediği bir cümlesine göre kendi fikirlerinin hepsini çöpe atabiliyor. Ya da insan ikinci benliğinin söylediği yalanlara inanıp umutsuzluğa kapılıyor. Böyle kişilerin kendine saygısı yok bence,  Olayı aydınlatmak adına her şey ellerindeyken yalanlar dünyasında kuyruklarını kıstırıp yaşıyorlar. "O öyle dedi.", "Bence bu böyle." palavralarındansa gerçekliği tercih ederim. "Sebebi bu." diyebilmeliyim ben. Ve bunu hayatınızın her anında siz de kullanmalısınız, en küçük detaylarda bile. Biliyorsunuz ki güzellik ayrıntıda gizlidir ve bilinmezlik insanı boğar. Bir insanın görünüşü de bilinmezliktir aslında. Kim bilebilir içinde hangi fırtınalar kopuyor? Kim bilebilir ki hislerini? Bu yüzden artık insanlara bakıp bence ile başlayan cümleler kurmuyorum. Zor olsa da, ihtimali düşük olsa da, sonu kötü de olsa, gerçeklik hep iyi kapılar açar insana. Bu nasihatı niye mi veriyorum?
     Çünkü ben bu küçük restoranın sahibiyim. Aynı zamanda aşçısı, garsonu ve temizlikçisiyim de. Tabii ki de bana yardım eden insanlar var. Bunlardan bir tanesiydi "O" da. Kızım yoktu ama kızım gibi severdim. Benim sadece çalışanım değil, arkadaşım, dostum, sırdaşım ve belki de ailemdi. Gece burayı kapattıktan sonra içerdik birlikte. Önümüze sererdik bütün dertleri, seçip seçip yakardık. Şimdi ise etrafa çekip düzen verip hemen gidiyorum, yok çünkü gitti. O artık bir yıldız. Benim sayemde olduğunu söylüyordu ama ben buna pek inanmıyorum. Gittiğine hem üzülüyorum hem de seviniyorum aslında. Bir şekilde onu cesaretlendirip pamuk gibi sesini keşfettik birlikte. Bir ömür boyu birlikte olacağı delikanlıyı da buldu. E zaten başarılı bir sanatçı oldu. Lafı gelmişken sesini ilk ne zaman duyduğumu, nasıl şarkı söylemeye başladığını anlatmak isterim. Bizim mekanımız biraz küçük ama sıcacık havası vardır. Çünkü müşterilerimiz yıllardır aynıdır. kimisi yalnız gelir kimisi arkadaşlarıyla, kimisi çay-muhabbet ikilisini seçerken, kimisi işten sonra bir çorba tercih ederdi. Genellikle herkes birbirini daha önce en az bir kere görmüştür. Yine en değerli müşterileri ağırladığımız bir günün sonunda, mutfakta bulaşıkları toparlıyordu. Ben ise masaları siliyordum. Bir ara kulağıma bir mırıltı geldi ve inanamadım. İlk başta nereden geldiğini anlayamadım. Bizim kızdan geldiğini hiç düşünmemiştim, çünkü biraz utangaçtır ve fazla konuşmaz. O gece onun sesini daha fazla duymak için ısrar ettim ve içerken onun şarkılarını dinledim. Büyülenmiş gibiydim. Sabahın ilk saatlerine kadar en güzel aşk şarkılarını söyledi, ben de dinledim. Belki de sandıktan eskimiş anıları ortaya çıkardığı için, içim bir hoş oldu. Dayanamadım sordum "Nedir bu şarkıları sana söyleten?". Döktü bütün taşlarını, durmadan anlattı bana o delikanlıyı. Bizim restorana kısa bir süre önce gelmeye başlamış ve hep de aynı masaya oturuyormuş. Ben de tabi açılması için onu cesaretlendirdim ve ona bir mikrofon aldım. Aşkını en iyi yaptığı işle anlatsın diye. Her akşam söyledi şarkılarını. Adama şarkılar bile yazdı ama adamın dikkatini bile çekmedi. Bence dikkatini çekmesi için güzelliği yeterliydi ama nedense adam bakmıyordu ona bir türlü. Bir gün akşam restoranımıza birisi geldi. Kılık kıyafetinden düzgün ve varlıklı bir insan olduğu anlaşılıyordu. Oturdu bir masaya, o şarkı söylemeye başlamadan önce. O adamın ilgisini çekmiş olacak ki bizimkiyle konuşmak istedi ve işten üçümüz konuştuk. Meğer adam müzik yapımcısıymış ve bizim kızın sesini çok beğenmiş. Gerçek hikayelerden yola çıkılarak yapılan şarkıları bir albümde toparlamak istiyordu. Bizimki ilk başta kabul etmedi. Neymiş efendim, ben de yalnız, o da yalnız, birbirimizin ailesi olmuşuz. Aslında ben de gitmesini istemedim, ama kimsesi yok benden başka, ben de biraz yaşlıyım, kendine hayat kursun istedim. Sanat dünyasında parlasın istedim. Ve şimdi gerçekten de başarılı bir şarkıcı, tanınan bir isim. O gittikten sonra, bahsettiği delikanlı gelmeye devam etti. Bir gün öğle vakti dayanamadım, onu restoranda tek görünce gittim yanına. Anlattım durumu en ince ayrıntısına kadar. Ben her şeyi tek nefeste anlatmışken, adam sadece "Biliyorum. Her şeyi fark ettim." dedi. Şaşkınlığımı bastırmak için sustum. Bu sefer adam anlatmaya başladı gözündeki güneş gözlüğünü çıkarıp:
    - Ben, bana şarkılar söylediğini de, sürekli bana baktığını da fark ettim. Beni gördü ve beğendi belki, ama ben kendimi bile görmedim ki, onun güzelliğini göreyim. En azından söyleseydin o öyle birisi değil, yanında olurdu diyeceksin bunu da biliyorum. Benim buradaki son günlerim maalesef. Ben bir ses uzmanıyım. Gözler görmeyince de kulaklar iyi oluyor tabi. Burada çalıştığım şirketten ayrılıp yurt dışında çalışmaya gideceğim, aynı zamanda orada tedavi olmayı deneyeceğim. Deneyeceğim çünkü gözlerim gibi kalbimde de doğuştan problemim var. Hayat acımasız, düşene defalarca vuruyor. Bu nedenle uzak durmak istedim ondan. Aranızdaki bağı da hissettim ve kopmasını istemedim de denebilir. Tedavi olumlu sonuçlanırsa geri dönecektim, sadece onun güzelliğini görebilmek için, şarkılarını gözümün içine bakarak söylesin diye. Onu, görmekten daha çok arzuladım, ama böylesinin daha doğru olacağını düşündüm. Ona yapabildiğim tek iyilikse albüm yaptırmak oldu. Çalıştığım şirket kırmadı beni. Şimdi ise bir yıldız. Ben ise sonu belli olmayan bir ses uzmanı. Onu görürsen sadece selamımı söyle olur mu ağabey?

     Hikaye beni o kadar şaşırttı ki, tek kelime dahi edemedim. Adam gitti sonra. Ben bir kaç gün etkisinden kurtulamadım. Oysa konuşmadan önce adama kızıyordum bizim kıza bir kere olsun pas vermedi diye. Günlerce düşündüm,  olanları ona anlatmalı mıyım diye. Ona ulaşmak çok kolay da değil. Sürekli albüm için şarkı yapıyor. Tesadüf ya, iki üç gün sonra restorana geldi. Bilmeyenler için büyük bir olaydı tabii. Beni çok mutlu etti. Uzun uzun konuştuk yine.  Bir sıkıntım olduğunu ve dinlemek istediğini söyledi, yok mok desem de inanmadı ve anlattım hepsini. Baba-kız gibi ağladık saatlerce. Pişmandı konuşmadığı için, pişmandı kendisini sevmediğini veya beğenmediğini düşündüğü için. Hele yaptığı iyilik onda da şok etkisi yaratmıştı. Ertesi sabah nerede olduğunu öğrenip yanına gideceğini, sonu ne olursa olsun onunla olmak istediğini söyledi. Yaptı da. Tedavi işe yaramamış olsa da sevdiler birbirlerini. Engelleri yok saydılar. Gözünün içine bakarak şarkılarını söyleyemedi belki, ama kendi evlerindeki kanepede sadece onun kulağına fısıldadı şarkılarını. Bana da arada sırada söyledi işte. Unutmadı ya beni, kızım gibi oldu ya, bana bu yeter de artar. Artık ne bir eksiklik, ne bir fazlalık ya da dış görünüş hiç biri umrumda değil. Kendi düşüncelerim bile doğru değil işin aslını anlayana kadar. Artık biliyorum ki her insan kapalı bir kutu, açmanın en iyi yolu da kalpten geçen koyu sohbetler. Bence diye başladığınız cümleleri, başkasından duyduğunuz şeyleri, hatta gördüğümüz her anı bir kere daha da düşünelim. Belki de aklımızda karalarla kapladığımız kapalı kutuların içinde mutluluğumuz yatıyor.

7 Temmuz 2014 Pazartesi

BANA AİT CÜMLELER

Yalnızdır insan.
Sevgilisinin yanında bile olsa,
Eşiyle dostuyla bile olsa,
Yalnızdır insan.
Yalnızlık yakışır çünkü ona.
Yalnızken rahattır.
Kendini yalnızlığa ait hisseder,
Yalnızlığı kendine ait.
Mutludur insan mutsuzken bile.
Hatta ve hatta
Mutsuzdur insan çok mutluyken bile.
Karmaşıklıklar arasında dolaşır durur.
Kararsızdır.
Gitmeli mi kalmalı mı?
Son vermek mi en doğrusu olan,
Yoksa o gemiyi beklemek mi?
Bilinmezdir insan.
Bilmez doğruyu yanlışı,
Bilmeden yaşar bir ot gibi.
Bilmeden,düşünmeden...
Vurdumduymaz biraz da belki de…
İç dünyasının aksine.
Tıpkı bu şiir gibi bilinmezdir insan...

5 Temmuz 2014 Cumartesi

İÇİMİZİN MEVSİMLERİ

Her duygu bir mevsime misafirmiş meğer,
Mesela korkuyorsan eğer ,
Beklermiş kışın güçlü kolları...
Hüzünlüysen, evin sana artık dar,
Uzanırmış önünde sonbahar sokakları...
Umutmuş her bahar, 
Keşfetmekmiş doğayı...
Ve mutlulukmuş yaz,
Hissetmekmiş yüreğinde de sıcaklığı...
İster yansın cayır cayır, isterse olsun ayaz,
Sen hangi gerçek mevsimde olursan ol,
Çalarmış yüreğin bir diğerinin kapısını.
Sen yorgunsun, gelmişsindir uzun bir yol
Ev sahibi seni sarar, iyileştirirmiş yaranı.
Ortak olurmuş sevincine, unuttururmuş tasanı.
Bazen senle yola çıkar, gösterirmiş eserini,
Bir yaprağın yeşilini , kışın kömür karasını,
Böylece  hissedermişsin düşlerinin rengini.
Bir zaman diliminden ibaret olurmuş dışarısı
Ama asıl ait olduğun: İçimizin mevsimleri...

4 Temmuz 2014 Cuma

MESAFE

Bazen bekleyip sonuca odaklanıyorum
İyi her zaman iyidir
Biraz da Fuzulilik var bende
Aşkı değerli kılan acıdır

Yine bir öğle vaktiydi yorgunluğum
düşüncelerimin fink attığı
heyecanlı sabırsız bekleyişim

"Yazma!"
Ne kadar net ve uzaklaştırıcı
bir buseyi dudaktan
gülüşü gözlerden

Bak bekliyorum işte
İçimde deliren sana bir saniye veriyorum.
İri gözlerinin gülüşü
Ve öpüşü ıslak dudaklarının

Aşk bu:
Metanet ve his.

3 Temmuz 2014 Perşembe

SABAH SABAH

- Umut nedir?
- Umut mu..?
- Evet umut.
- Umut dediğin Ay’dır. Göremediğin de olur, gözünü yaktığı için bakamadığın da. Önünü kapatan gerçeklerin arkasında da saklanabilir.
- Bulutların arkasına mı?
- Belki de.
- Bence umut Venüs gibidir.
- Venüs mü? Ne alakası var?
- Bütün gezegenler hayat akışımızdaki meşguliyetler olsun. Mesela Mars iş hayatımız olsun. Mesela Jüpiter gündem olsun. Mesela Uran…
- Evet evet devam et!
- Me - se - la  U - ra - nüs a - i - le - miz ol - sun. Sakın bir daha sözümü kesme!
- Eee…
- Hayatımızdaki olayların hepsi bir yönde gider. Aksilik ya kötü şeyler hep üst üste gelir. Ama Venüs umuttur. O ters yöne döner.
- Değişik.
- Evet değişik. Aşk umutsuz olmaz.. Ve ayrıca Venüs’ün anlamı da aşktır.  Mitolojiden gelir. Aşk’ın gezegeni hep terse döner. Hayatın ne yaptığına bakmaz.
- Burada Güneş ne olur o zaman senin Venüs tezine dayanırsak?
- İnsanın benliğidir. Hep onun etrafında dönersin. Bazen uzaklaşır bazen yakınlaşırsın. Ama ondan kopamazsın.
- Haha - ha. Yine başladın hümanistliğe!  Yani diyorsun ki hayatımız benliğimiz etrafında döner. Hayatımızı oluşturan unsurlar da kendi içlerinde değişik yönlere dönerek sürer gider.
- Evet, böyle de özetlenebilir.
- Saçma.
- Şu tavrından hiç vazgeçmeyeceksin di mi saygıdeğer ikizim! Peki sence nedir Güneş? Ne diyeceğini az çok tahmin ediyorum gerçi.
-  Allah’tır tövbe haşa. Gezegenler de biz insanlar. Gezegenlerin uyduları da hayata dair soyut kavramlardır. Mesela az önce dediğim gibi Ay umuttur. Ve diğerleri; korku, saygı vb.
- Doğru tahmin etmişim. Venüs’ün uydusu yoktur. O zaman Venüs çok karaktersiz veya duygusuz bir gezegen ha! Ya da şöyle sormalıyım? Duygusuz insan olur mu?
- Eee, e - evet öyle de denebilir. Kimi insanın sayılamayacak uydusu vardır. Yani duygu dünyası geniştir. Kimi insanların korkusu yoktur, kimi insanın saygısı yoktur. Kimi insanlar vardır ki - Venüs - onlar insanlığa karşı çıkıp terse döner ve Venüs’ün uydusunun olmaması gibi içinde hiçbir şey barındırmaz. Bazı insanlar da Güneşin etrafında dönmez. Onlar başka galaksidedirler.
- Hayır, hayır, hayır. Buna katılmam mümkün değil. Eğer o terse doğru düşünenler olmazsa bu dünya böyle olmazdı. İçinde dünyevi duyguları barındırmayanlar dünya için gerçekten güzel şeyler yapmışlardır.
- Her seferinde aynı kısır döngüye varıyoruz ikizim, farkında mısın?. Bu böyle olmayacak
- Tam aksine. Asıl aynı kapıya çıkarsak sorun olur. Aynı kafada olmayacağız ki çift yönlü düşünebilelim. Haksız mıyım ha?
- Kulağa doğru görünüyor. Gel hadi benimle, sana kahve yapayım. Kahvaltıdan önce belki kendine gelirsin. Sabah sabah nereden açtıysan konuyu zaten.
- Rüyamda onu gördüm. Üstümde ağırlıkla uyandım. İçimi ferahlatan ilk şey umut oldu. O yüzden.. E hadi yap bakalım kahvemizi.

1 Temmuz 2014 Salı

HÜMA

Giden her güzelin ardından kaldı bir veda.
Dost oldu bir şarkı ya da bir hatıra.
Çekti gönül kadırgalarını rıhtımına.
Gönül bu ya, ne bir söz ne bir bakış...

Belli mi olur enkazın altında
Kim diyecek kalbime sıcak bir merhaba,
Ya da hayatım olur musun diyecek bana?
Gönül bu ya, ne zaman ne mekan ne de kişi...

Yüreğin kanatlanır beklenmedik zamanlarda.
Sayıklarsın düşüncelerini ardı ardına.
Sebebi: Gelmiştir sıcak bir merhaba.
Gönül bu ya, heyecanıma yetmez bazen.

Kader oyununu oynamadan alsam onu yanıma
Ya da dudaklarımın cesareti olsa da
Söylese gönlümün şarkısını bağıra bağıra:
Kalbime kondu bir hüma.