19 Nisan 2015 Pazar

DREDLOCK SAÇLI KIZ

 Dudakları çatlatan,yanaklarda soyulmalara neden olan fırtına sabahın ilk ışıklarıyla şehrin sokaklarına hakimdi. Mahalle kahvesine erkenden giden emekliler böyle bir şey görmediklerini, buranın rüzgarının böyle olmadığını birbirlerine takma dişleri sayesinde anlatıyorlardı. “Lümpen gibi bir şey bu lümpen, lümpen fırtınası dedi elleri titreyenlerden biri. Tutunamaz bu fırtına bu şehre eser eser gider. “
 Kadın bin pişman oldu çocuğunu bakkala gönderdiğine. Uyku sersemi ve mutsuz uyandığı günün sabahı dışarı bakmadan ekmek torbasına bakmıştı. Perdeyi açıp da dışarı baktığında aklı başından gitti. Toz, fırtınanın etkisiyle terör estiriyordu sokakta. Arabaların alarmı rüzgar sesiyle yarışıyordu. Telefonundan son arananlara girip oğlunu aradı. Hat çekmedi. Kadın telaşa düştü. Oğlu on yedi yaşında gençti ama yine de tedirgindi. Perdeyi kapattı. Yüzünü yıkamak için banyoya yöneldi. Saçı başı dağınık halde, gözleri çapaklıydı. Yüzüne suyu savururken kapının zili duyuldu. Havlu elinde kapıya koştu. Oğlanın yüzündeki ifade berbattı. Yanında kendi boylarında bir kızla çıkagelmişti.
 “Hadi içeri gel”, dedi kıza.
 Kadın ne olduğunu anlamaz halde çocukla kız içeri girmişti bile. Beyaz tende görmeye alışkın olmadığımız dredlock saçları ilk dikkati çeken şeydi.
 “Sen şöyle, evet, ordan geç içeri ben geliyorum” dedi kıza. Kadın oğlunun kolundan tuttu, yüzünde neler oluyor kim bu ifadesi hakim.
 “Arkadaşım!” cevabını verdi, kolunu hızlı bir şekilde silkeleyip kurtardı.
 “Düzgün cevap ver bana!” kısık sesle bağırdı annesi.
 “Merak etme dışarı çıkacağız, kahvaltıya gideceğiz. Al ekmeğini de koydum buraya.”
 Kadın salona geçti, oğlu da odasına.
 “ Hoşgeldin kızım. Adın neydi?”
 Dredlock saçlı kız, güzel bir Türkçeyle:
 “Hoşbulduk, adım  Veronic G. Vlasta.”
 “Nerelisin, inancın nedir, yanlış anlama merak ettim?”
 “Annem Jamaikalı, babam Çek. Ben Jamaika’da doğdum, annem Rasta, babam Musevi. Ben işime gelen göre.”
 Kız sadece kendisine sorulan soruları cevaplıyordu ve cevaplarkenki yüz ifadesi hiç de hoş değildi.
 Dışarıdaki fırtınanın sesi evin içindeyken rahat duyulabilecek kadar yüksekti. Evin içindeki loş ortam ve karşısındaki nereden geldiği belirsiz kızla kalmak kadını tedirgin etmeye başlamıştı. Zaten saçları bir enteresandı. Veronic birden konuşmaya başladı:
 “Ben evimde yatıyordum, fırtınanın sesini duydum. Pencereyi açtım, dışarıda rüzgar var, çok, çok fazla toz var. Kokuyu hissettim. İçime kadar toz kokusu çektim...”
 Kız birden bülbüle dönmüştü. Ellerini sağa sola savuruyor, sonra burnuna getirip avucunun içini kokluyordu. “...sonra başım döndü, kendimi sokağınızda buldum. Ben Jamaika’daydım.  Şimdi anlıyorum, buraya gelmeye, gelmem lazımdı, toz fırtınası buraya attı beni.”
 “Ali!” diye diğer odadaki oğluna can havliyle seslendi. Sesinin titremesini gizlemeye çalıştı. Kız sabah sabah neler anlatıyordu. Kim ayol bu, Allah’ım sen koru, sen koru, koru..
 “Aliii!”
 “Benden korkuyor musunuz?”
 Veronic ayağa kalkıp kadının üstüne doğru birkaç adım atıp durdu.
 “Saçlarım mı? Konuşmam mı? Afrikalı olmam mı? Ha? Neyim korkuttu sizi? Anlattıklarım mı, ah tabi, Türkçeyi böyle güzel konuşmam mı? Hah, korkak!”
 Allah’ım sen koru, kim bu, “Aliii!” Cumartesi bugün, cumartesi. Saat bire geliyor, gelir birazdan Hasan, Hasan gelir birazdan. Cumartesi bugün.
 “Korkma benden, korkmana gerek yok.”
 Ali geldi salona.  Vlasta’ya baktı, ona  Vlasta diyordu.
 “Ali, sen Veronic’i nerden tanıyorsun?”, korku yüzünün her köşesindeydi.
 “Arkadaşım anne, arkadaşım.” Vlasta’ya baktı:
 “Terlemişsin, sil alnını” dedi selpak uzattı, geri odasına gitti.
 Kız alnını silmedi. Gözlerini kapattı, tekrar konuşmaya başladı:
 “Tılsım, hissediyorum. Tozu içimde hissediyorum, Çok güzel, güzel bir his. Evet, buraya gönderdiler beni, buraya, tam buraya. Sana kadın!”
 Kadın hopladı yerinden: “Aliii!”
 Ayaklandı kız. Bu sefer bir kaç adım, kadınla Veronic arasındaki mesafeydi. Kız sürekli bir şeyler söylüyordu.
  “Ben Veronic G. Vlasta. Ben Veronic GOLEM Vlasta. Sana gönderdiler beni, sana, sadece sana, bunca yıl yaptığın pislikler yüzünden. Öl şimdi!”
 Kız boynuna atladı, öyle güçlü sıkıyordu ki karşı koymak imkansızdı. Ölüm diye bağırıyordu, öl şimdi, öl, Ben Veronic GOLEM Vlasta. Öl! Tırnakları kadının boğazından kan akıtıyordu. Kadın koltuğun üstüne yığıldı. Ölmüştü.
 Kız büyük bir şevke gelmişti. Hırsını alamayıp odayı dağıtmaya başladı. Öyle dikkatsiz, ve zafer sarhoşluğu içinde yapıyordu ki bunu zıplarken alnını avizeye çarptı. Sonra birden dondu kaldı. Alnında bir yazı belirdi. Harfin biri elektrik alamamış reklam panosundaki sönük harf gibiydi. Diğerleri parlıyordu. Kız yüzüstü yere düştü. Alnındaki bütün harfler silindi. Ve birden patlayarak yok oldu! Pof!

--- ooo ---

 “Ya Allasen git işine, akşam akşam neler anlatıyon! Aman aman kalsın hediyen orda. İstemiyorum bir daha senden hediye falan. Git gez ülke ülke, bana bir şey alma. Ayh..! Aman kalsın. Tövbe Yarabbim.”
 “Efsane de olsa, ben kendimden de bir şeyler katmış da olsam hikaye hikayedir abla, bir bakarsın gerçek oluverirler. Öyle hık diye gidiverirsin tahtalı köye valla. Haha-hah”
“..."
Bütün gözler sehpanın üstünde duran Golem heykelciğinde çakılı kaldı.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumunuzu yazın gönderin, hakaret içermediği takdirde en kısa sürede yayınlayacağız. Anlayışınız için teşekkürler :)