27 Kasım 2014 Perşembe

HOTEL CALIFORNIA*

Hotel California, İzmir'dir bir bakıma.
Gerçekten de öyle!
Yaşadığı yerde değerli hissetmeli, güzel anları yaşamalı, eşsiz bağlar kurup geçmişinde olmadığı için sövüp sayabileceği insanlar olmalı yanında. Her gün odanın içine gömülüp güzel hayallerin Pollyana'sı veya iç kapanıklığının içinde esir asker gibi kurtarılmayı beklemekle şehrin tadını ve genel olarak yaşamanın tadını alamıyorsunuz. Her davranışında itidal belirtileri gösterince normal olmuyorsunuz. Bu şehirde ben hiçbir şey hissetmiyorum.
 Üç hafta veya daha uzun süren ve gerçek anlamda dirseğimin çürümesine neden olan, bittiğinde ise hak ettiğim notları alamayacağım vize dönemi sonrası şehrime geldim.  "Kaliforniya Oteli'ne hoş geldiniz. Ne kadar hoş bir yer, ne kadar hoş bir yüz..."
 En son beş hafta önce gelmenin özlemini en derinden hissediyordum ki son bir hafta boyunca her gün, sıkıldığım anlarda Kordon'da çimlere yatmış gökyüzünü izlerken hayal ediyordum kendimi. Geçmişimin dolu olduğu sokakları, insanları, binaları hatırladım.
 Kuşlara atmak için yem satan güzel insanları, bankta oturan yaşlı ve güzel çiftleri hatırladım. Üçyol'dan direk Karataş'a inen sayısı üç yüzü aşan merdivenleri inerken karşımda gördüğüm, iki apartmanın arasından adeta üstüme taşacakmış gibi duran denizi gördüm. Her merdivende denize yaklaşırken berberden çıkan ve İzmir beyefendisi gibi giyinmiş ve görünümüne dikkat eden güzel insanları hatırladım.
 Merdivenler bittiğinde ise her basamağın bana kattığı güç ile kıyıya yürüyorum. Rüzgarın yüzüme sert vuruşu ve deniz kenarında oturuyordum işte. O deniz kokusu yok mu, o denizin çıkarttığı ses.. Ayaklarım denizden otuz santim yukarıda, sağımda oltasıyla bir adam, solumda yanyana bir çift,  gözlerimin ucunda ise, tüm görkemiyle İzmir.. Solumda birden beliren, denize doğru el sallayan bir dost, yaramaz bir dost. İşte şimdi yaşadığımı hissediyordum. Geçmişim ve şu anım birleşti. Özlediğim zaman dilimi içindeyim.
 Konak, vapur, simitleri havada kapan kuşlar, vapurdan vapura el sallayan biz, rüzgar, dalga sesi, kuş sesi, Karşıyaka... Allah'ım yaşıyorum!
  Hatırlıyorum, her bir hissiyat içime tek tek nefes alıyor. Çeşitliliğin tadını, saygının güzelliğini, muhabbetin kralını hatırlıyorum. Barlar Sokağı'nın girişinde lokma dağıtılması anormal gelmiyor. İki metre geride bira içen insanların varlığı, lokmayı aldıktan sonra Fatiha okuyan insanları rahatsız etmiyor. Onlara ters ters bakmıyor. Caddenin sonunda insan heykellerin varlığı yüzünüze neşe katıyor. Burada insanların alıp veremediği bir şey yok, saygı var.
 "Kaliforniya Oteli'ne hoş geldiniz. Ne kadar hoş bir yer, ne kadar hoş bir yüz..."
 Alsancak'tan Çankaya'ya yürüyüp Sevgi Yolu'na gelmeden olmaz. İlla ki on lira verip iki üç bileklik alacağım. Oya abla geliyor yanıma, naber diyor. Burada samimiyet kaybolmuyor, eski şarkılar gibi bu şehir. Bileklik aldığın abla dahi unutmuyor seni.
 Yaşadığım iki şehir arasında sadece "r" ile "t" kadar fark olsa da, alfabede bile aralarında iki harflik mesafe bile olsa olmuyor. "t" soğuk ve yabancı bana hala.
 Şu ana kadar okuduklarınız abartı gelmesin. Benim şehrim İzmir, benim varlığım İzmir. Geçmişimde dahi adam akıllı yeri olmayan şeyleri kalbimde ve kafamda özlemini tutup sahiplenirken, İzmir'i böyle anlatmam garip gelmesin lütfen. Amma da pohpohlamış demeyin. Yok, bu şehirde yok bunlar. Ne el ele yürüyen yaşlı çiftler ne kendine özen gösteren insanlar ne samimiyet, ne saygı, ne muhabbet. Yok burada hiçbir şey. Burada sadece yaşama zorunluluğum var.
 Bütün bu güzel şeylerin ardından tekrar yol vakti geldiğinde ise durgunlaşmamak elde değildi.
 Manisa'nın yokuşu başlarken, gece karanlığında son kez tüm ışıklarını gösterme cömertliğinde bulunan İzmir'e içimden el sallarken aklımda yine aynı söz ve aynı şarkı var. Hotel California, İzmir'dir bir bakıma.
"İstediğin zaman çıkış yapabilirsin, ama buradan asla ayrılamazsın!"

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumunuzu yazın gönderin, hakaret içermediği takdirde en kısa sürede yayınlayacağız. Anlayışınız için teşekkürler :)