17 Ocak 2015 Cumartesi

GÜN VE GECE

  Cümleler bitmiş, hava kararmış, saatler susmuştu. Telefon da... Bir daha ondan gelmeyecek ama çaldığı an 'ondan mı geldi acaba?' heyecanının hayal kırıcı sonucunu düşününce, fırlattı onu koltuğun üzerine ve odada dolanmaya başladı. Şimdiden düşman oldu ondan gelmeyen her habere...Çünkü o küçücük ses, içindeki tüm haykırışları yıkarak yeniden umutlar yeşertiyordu ruhunun bahçesinde istemeden...
  Nasıl gelmişti bu noktaya, nasıl hem bu kadar kızgınken hem de kıyamıyordu? Sahi, kıyamadığı o muydu? Yoksa onunla geçirdiği her bir saniye mi? Kestiremedi karışık zihni, bu sorunun cevabını.Her bir 'Seni anlamıyorum' cümlesi canını yakıyordu...Kulakları uğulduyor, kimsenin uğramadığı koca bir şehirde yalnız başına kalmış gibi hissediyordu kendini. Her sokağını çaresizce aradığı; ama her çıkmazın, her caddenin, her mekanın aynı yere çıktığı bir şehir: hüsran...Bu koca şehirde böylesine umarsız bir çırpınış da, anlaşılamadığı için değil miydi zaten? Nasıl anlayamazdı onu, nasıl yanında olmazdı? Çok az kalmıştı oysa ki, o 'gece gözlerinin' gülümsemesine...Evet, geceye benzetiyordu gözlerini...Koyu, sessiz ve içini üşüten...Kendi gün gibi olan gözleriyle tamamlayıcıydı işte, böylece kovalıyordu birbirini her bir bakış ve yirmi dört saat oluşuyordu...
  Uyumaya karar verdi, dinlenmeliydi belki de.Yattığı yerden düşünüyordu...Acaba yarın bir 'gün', 'gece' ye kavuşur muydu,ardalar mıydı onu? Bilemiyordu...Bilemezdik de zaten...Ama her 'gün', 'gece'yi sayıklayacaktı, şüphesiz...

1 yorum:

daha sık yazmalsın.

Yorum Gönder

Yorumunuzu yazın gönderin, hakaret içermediği takdirde en kısa sürede yayınlayacağız. Anlayışınız için teşekkürler :)