1 Ocak 2015 Perşembe

İKİ ÇİFT GÖZ

Konuşurken gözleri karşısındakinin gözlerinde değildi. Uzakta bir nokta, uçan kuş, ıslık çalan bisikletli… gibi alakasız yerlere gözünü dikip öyle konuşur veya dinlerdi. Bu hareketi yanındaki insanlar için son derece sinir bozucuydu, haklı olarak da dinlenilmediklerini düşünürlerdi. O ise her defasında bu açıklamayı yapıp gözlerin beyaz kısmındaki hafif kızarıklıkların dahi onun dikkatini bozduğunu bıkmadan anlatırdı. Bu özelliği yönünden ise başına alakalı alakasız bir çok şey gelmişti. Daha iki gün önce sokakta hızlı yürürken adamın biri elinde açık adres bir ev sormuştu. Bizimki ise tarif ettiği yerin ters tarafına bakarak konuştuğu için adamın kafası karışıp ters yöne gitmişti. Pek de umrunda olmadı, ne kadar küfür yediğini ise o adamla Allah bilirdi.
 Bugün siyaha yakın yeşil gömleği ve sevdiği siyah pantolonunu giyip dışarı çıkmaya hazırlanıyordu. Yeni aldığı pahalı parfümü cömert bir şekilde sıktıktan sonra kısa ama şekil alabilir saçlarını düzeltti. Kirli sakal olan yanakları, zayıf olmayan bıyık ve özenli keçi sakalıyla hiç de fena görünmüyordu. Aynada gözlerine bakabiliyordu.
 Hızlı hızlı yürüyordu yine iki gün önce geçtiği sokaktan. İkinci randevusuna geç kalmamalıydı, hatta erken gitmeliydi; birinci randevuda aynı anda gelmişlerdi. Arkadaşlar vesilesiyle tanışıp hoşlanmışlardı. Elbette bu kadar basit değil bu olaylar. Fakat bizimkinin atak tavırları kızın hoşuna gitmiş olmalı ki arkadaşına durumunu anlatmış, ağzını arasana diye ricada bulunmuştu, bizimki de kabul etmişti. İki gün önce adamın adres sorarken durduğu noktadan geçerken kızın gözleri aklına geldi.
 Karşılıklı oturuyorlardı manzarayı gören en güzel ikinci masada. Kızın sözlerindeki incelik, gözlerindeki parlaklık ve özündeki saf çocuksu gülüş bizimkinin mest olmasına neden olmuştu. Dahası, kızı dinlerken gözlerine bakıyordu. O süre boyunca gözleri hep onun gözlerindeydi.
  Kız konuşurken kısa cevaplar veriyor, dinlediğini belli etmeye çalışıyor ve aynı zamanda da onunla aynı fikirde olduğuna inandırıp etkilemeye çalışıyordu. Kız ise bir an geldi dayanamadı. Gülümseyişini bozmadan:
 “Anlıyor musun? dedi.
 “Elbette.”
 “Gerçekten anladın mı?”
 “Evet, gerçekten anladım.”
 “Gözlerimin içine bakmıyorsun beni dinlerken, o yüzden sordum. İlk buluştuğumuzda da böyleydin. Nereye bakıyorsun?”
 Bizimki bu cümle karşısında öyle sert, etkili irkildi ve geriye sıçradı ki boynuna bir acı saplandı. Kız gözlerini bizimkinin baktığı yere çevirdi. Dağ. Bizimki de karşısındaki kıza. Mavi.
Kızı tanımıyordu.
  Affedersin diyerek ağzına ilacını attı. Sessizlikle geçen on dakika sonrası siyah gözler kayboldu. Karşıdaki dağ, uçan kuş, ıslıkla çalan bisikletliyle alakası kalmadı. Kızın gözlerine baktı, bu sefer gerçekten baktı. Baktığını biliyordu. Saatin, günlerin ve ne yaptığının farkında, sadece kızın gözlerine baktı. Maviyi fark etti, siyahın hükmü kayboldu.
 “Özür dilerim, az önce üst üste iki kere yalan söyledim.”
 “Hangi konuda?”
 “Seni anlamadım. Kendinden bahsetsene bana biraz.”  

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumunuzu yazın gönderin, hakaret içermediği takdirde en kısa sürede yayınlayacağız. Anlayışınız için teşekkürler :)