11 Mart 2014 Salı

BİR TAS ÇORBA

    1972 Ankara'sının soğuk kış günlerinden biri... 5 yaşındaki küçük İbrahim için sıradan bir gün değildi. babası daha çok para kazanmak ve onları zar zor ayakta duran evlerinden kurtarmak için İbrahim ile annesi Suzan Hanımı yalnız bırakıp Almanya' ya gitti o gün. Bir yıl boyunca babası düzenli olarak  para gönderir. Ayrıca Suzan Hanım bir tekstil fabrikasında çalışmaktadır. İbrahim ise çocukluğunu doyasıya yaşıyordur bu sırada. Bir yılın sonunda babası olan iletişimleri yavaş yavaş seyrekleşir. Dolayısıyla para da aksamaya başlar. Suzan Hanımda da sıkıntılar başlar. Her ne kadar belli etmemeye çalışsa da İbrahim zeki çocuktur anlar neler olduğunu. Çocuk aklınla destek olmak ister yorgun annesine. Ayakkabı boyamaya başlar sokaklarda 73'ün kışında. Küçük bir miktar para geçse de, avcuna doldurup annesine "Al anneciğim bunlar senin." dediği andaki mutluluğunu ve gururunu görmeniz lazım. Annesi karşı çıksa da İbrahim'in ne kadar inatçı olduğunu bilir, bir şey diyemez. Soğuk fırtınalar her gün biraz daha azgınlaşırken İbrahim'in çalışma hırsı da artar. Neredeyse bütün Ankarayı gezer müşteri bulmak için, üşüyerek ve titreyerek ama gururuyla. En çok müşteriyi de ünlü Hasan ustanın lokantasının önünde bulur. E ünlü dedik ya, her gün taşar o lokanta. Bir kazan çorba biter her gün. Bir gün yine üşüye üşüye bütün şehri dolaştıktan sonra eve geldiğinde annesini yatakta görür. Şaşırır. Çünkü genellikle akşam gelir annesi eve. Sabah iş kazası geçirdiğini ve artık çalışamayacağını anlatır, dili döndüğünce. İbrahim üzülür üzülmesine ama omzundaki yükün biraz daha artması onu birden olgunlaştırmıştır. Kendinden de emindir "Ben ikimize de bakarım." derken. Verdiği sözü tutmak için de artık daha çok çalışıyordu. Sabah güneş saçlarını göstermeye başladığından akşam güneşi yeryüzünü aydınlatana kadar...  Hem de Ankara'nın ayazında... Üzerindeki ince ceket de ısıtmaya yetmiyordu, inancı, anne sevgisi ve onu saran, dibe çeken sorumluluğu ısıtıyordu onu. Boyalı elleri işini sadece alışkanlıkla yapıyordu. Yoksa ellerini hissetmiyordu. Bir gün yine Hasan ustanın lokantasının önüne tezgah açmıştı. O gün de hava dondurucu, kar kıyamet. Hasan usta içeriden İbrahim'i görür ve içeriye çağırır. Biraz ısınması için otutturur ve sohbet eder. Soruları ardı ardına sıraladı Hasan usta:
   -İşler nasıl?
   -İdare eder usta. Buna da şükür.
   -Okula gitmiyor musun?
   -Gitmiyorum usta. Hem küçüğüm hem de çalışmam lazım. Anneme bakacağıma dair söz verdim.
   -Baban yok mu evlat, böyle soğukta geziniyorsun?
   -Var da...(Titreyen derin bir nefesten sonra) Gitti usta Almanya'ya, dönmedi. Bırak yüzünü görmeyi iki satır mektubunu bile görmüyoruz.
   İbrahim'in yüzündeki masumluk ve onun anlattıkları ustayı etkilemişti. Ayakkabısını boyatıp fazla para verdi. Bir tas da çorba içirdi, çıkarken lokantadan ekledi hemen:"Bir tas çorba borcum olsun usta.".Her gün bu böyle tekrarlandı.  İki üç hafta sonunda usta, İbrahim'i yanına çırak olarak aldı.  Nedeni bilinmez, usta çok güvenir, çok sever İbrahim'i.  O da ustasını utandırmamak için var gücüyle çalışır. Daha fazla da para kazanıyordu artık, ayrıca üşümüyordu da. Yıllar yılı bu böyle devam eder. İbrahim artık yirmili yaşlarına gelmiş ve lokantada işin ehli olmuştur. Çevresinde de çok sevilen bir kişi olmuş, lokantanın ününe de ün katmıştır. Artık en az üç kazan çorba satılıyordu. Ustası mutfak işini de öğretmişti İbrahim'e, yemekleri de yapabiliyordu artık. Lokantada sağ koluydu ustanın. Usta her gün uzaktan İbrahim'i izler, gülümser ve kafa sallardı. Sanki bir şeyler planlıyordu. Planlıyormuş da aslında. Kimsesi olmadığından İbrahim'i oğlu olarak görmüş. Yine böyle uzaktan izlerken birden yere düşer Hasan usta. Hastaneye götürüldüğünde beyin kanaması geçirdiği anlaşılır. Felç olmuştu. Yalnız başına bir şey yapması mümkün değildi artık. İbrahim işlerin başına geçer, içinde burukluk olsa da. İşleri daha da iyileştirir. Annesi oğluyla gurur duyar, verdiği sözü tuttuğu için, öper İbrahim'i yanaklarından. Yaşlandığından sesi çok çıkmazdı. Bu yüzden oğlunun kulağına fısıldar:" oğul sağ ol, sayende bugünlere kadar yaşayabildik refah içinde. Huzur içinde uyumam için senin vefa borcunu da ödediğini görmem lazım.".  İbrahim ne demek istediğini çok iyi anlar . Ertesi gün lokantayı kapattıktan sonra ustasını görmeye gider elinde bir kapla. İbrahim'in ustasına yardım etmesi için gönderdiği çocuk açar kapıyı. Ustası yattığı yerden yapabildiği tek şeyi yapar: neşeli ve gür sesiyle karşılar onu. Biraz sohbet ederler işler hakkında. Ustası  "Niye geldin? Niye annenin yanında değilsin?" diye sorduğunda İbrahim düşünmeden cevaplar: "Bir tas çorba borcumu ödemeye."

   İnsanlar iyilik yapmaktan korkmamalı, iyiliğimin bana faydası olacak mı diye düşünmemeli. Ama bir yıl sonra, ama 10 yıl sonra o iyiliğiniz size dönecektir, emin olun. Dünyanın yarıdan fazlası deniz, iyilik yapıp denize atmanız için yaratılmış gibi.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumunuzu yazın gönderin, hakaret içermediği takdirde en kısa sürede yayınlayacağız. Anlayışınız için teşekkürler :)