BİR TAS ÇORBA
1972 Ankara'sının soğuk kış günlerinden biri... 5 yaşındaki
küçük İbrahim için sıradan bir gün değildi. babası daha çok para kazanmak ve
onları zar zor ayakta duran evlerinden kurtarmak için İbrahim ile annesi Suzan
Hanımı yalnız bırakıp Almanya' ya gitti o gün. Bir yıl boyunca babası düzenli olarak para gönderir. Ayrıca Suzan Hanım bir tekstil
fabrikasında çalışmaktadır. İbrahim ise çocukluğunu doyasıya yaşıyordur bu
sırada. Bir yılın sonunda babası olan iletişimleri yavaş yavaş seyrekleşir. Dolayısıyla
para da aksamaya başlar. Suzan Hanımda da sıkıntılar başlar. Her ne kadar belli
etmemeye çalışsa da İbrahim zeki çocuktur anlar neler olduğunu. Çocuk aklınla
destek olmak ister yorgun annesine. Ayakkabı boyamaya başlar sokaklarda 73'ün
kışında. Küçük bir miktar para geçse de, avcuna doldurup annesine "Al
anneciğim bunlar senin." dediği andaki mutluluğunu ve gururunu görmeniz
lazım. Annesi karşı çıksa da İbrahim'in ne kadar inatçı olduğunu bilir, bir şey
diyemez. Soğuk fırtınalar her gün biraz daha azgınlaşırken İbrahim'in çalışma
hırsı da artar. Neredeyse bütün Ankarayı gezer müşteri bulmak için, üşüyerek ve
titreyerek ama gururuyla. En çok müşteriyi de ünlü Hasan ustanın lokantasının
önünde bulur. E ünlü dedik ya, her gün taşar o lokanta. Bir kazan çorba biter
her gün. Bir gün yine üşüye üşüye bütün şehri dolaştıktan sonra eve geldiğinde
annesini yatakta görür. Şaşırır. Çünkü genellikle akşam gelir annesi eve. Sabah
iş kazası geçirdiğini ve artık çalışamayacağını anlatır, dili döndüğünce. İbrahim
üzülür üzülmesine ama omzundaki yükün biraz daha artması onu birden
olgunlaştırmıştır. Kendinden de emindir "Ben ikimize de bakarım."
derken. Verdiği sözü tutmak için de artık daha çok çalışıyordu. Sabah güneş
saçlarını göstermeye başladığından akşam güneşi yeryüzünü aydınlatana kadar... Hem de Ankara'nın ayazında... Üzerindeki ince
ceket de ısıtmaya yetmiyordu, inancı, anne sevgisi ve onu saran, dibe çeken
sorumluluğu ısıtıyordu onu. Boyalı elleri işini sadece alışkanlıkla yapıyordu.
Yoksa ellerini hissetmiyordu. Bir gün yine Hasan ustanın lokantasının önüne
tezgah açmıştı. O gün de hava dondurucu, kar kıyamet. Hasan usta içeriden İbrahim'i
görür ve içeriye çağırır. Biraz ısınması için otutturur ve sohbet eder. Soruları
ardı ardına sıraladı Hasan usta:
-İşler nasıl?
-İdare eder usta. Buna da şükür.
-Okula gitmiyor musun?
-Gitmiyorum usta. Hem küçüğüm hem de çalışmam lazım. Anneme
bakacağıma dair söz verdim.
-Baban yok mu evlat, böyle soğukta geziniyorsun?
-Var da...(Titreyen derin bir nefesten sonra) Gitti usta Almanya'ya,
dönmedi. Bırak yüzünü görmeyi iki satır mektubunu bile görmüyoruz.
İbrahim'in yüzündeki masumluk ve onun anlattıkları ustayı
etkilemişti. Ayakkabısını boyatıp fazla para verdi. Bir tas da çorba içirdi, çıkarken
lokantadan ekledi hemen:"Bir tas çorba borcum olsun usta.".Her gün bu
böyle tekrarlandı. İki üç hafta sonunda
usta, İbrahim'i yanına çırak olarak aldı.
Nedeni bilinmez, usta çok güvenir, çok sever İbrahim'i. O da ustasını utandırmamak için var gücüyle
çalışır. Daha fazla da para kazanıyordu artık, ayrıca üşümüyordu da. Yıllar
yılı bu böyle devam eder. İbrahim artık yirmili yaşlarına gelmiş ve lokantada işin
ehli olmuştur. Çevresinde de çok sevilen bir kişi olmuş, lokantanın ününe de ün
katmıştır. Artık en az üç kazan çorba satılıyordu. Ustası mutfak işini de
öğretmişti İbrahim'e, yemekleri de yapabiliyordu artık. Lokantada sağ koluydu
ustanın. Usta her gün uzaktan İbrahim'i izler, gülümser ve kafa sallardı. Sanki
bir şeyler planlıyordu. Planlıyormuş da aslında. Kimsesi olmadığından İbrahim'i
oğlu olarak görmüş. Yine böyle uzaktan izlerken birden yere düşer Hasan usta. Hastaneye
götürüldüğünde beyin kanaması geçirdiği anlaşılır. Felç olmuştu. Yalnız başına
bir şey yapması mümkün değildi artık. İbrahim işlerin başına geçer, içinde
burukluk olsa da. İşleri daha da iyileştirir. Annesi oğluyla gurur duyar,
verdiği sözü tuttuğu için, öper İbrahim'i yanaklarından. Yaşlandığından sesi çok
çıkmazdı. Bu yüzden oğlunun kulağına fısıldar:" oğul sağ ol, sayende
bugünlere kadar yaşayabildik refah içinde. Huzur içinde uyumam için senin vefa
borcunu da ödediğini görmem lazım.".
İbrahim ne demek istediğini çok iyi anlar . Ertesi gün lokantayı
kapattıktan sonra ustasını görmeye gider elinde bir kapla. İbrahim'in ustasına
yardım etmesi için gönderdiği çocuk açar kapıyı. Ustası yattığı yerden
yapabildiği tek şeyi yapar: neşeli ve gür sesiyle karşılar onu. Biraz sohbet
ederler işler hakkında. Ustası "Niye
geldin? Niye annenin yanında değilsin?" diye sorduğunda İbrahim düşünmeden
cevaplar: "Bir tas çorba borcumu ödemeye."
İnsanlar iyilik yapmaktan korkmamalı, iyiliğimin bana faydası
olacak mı diye düşünmemeli. Ama bir yıl sonra, ama 10 yıl sonra o iyiliğiniz
size dönecektir, emin olun. Dünyanın yarıdan fazlası deniz, iyilik yapıp denize
atmanız için yaratılmış gibi.
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumunuzu yazın gönderin, hakaret içermediği takdirde en kısa sürede yayınlayacağız. Anlayışınız için teşekkürler :)